Sonra kahvaltı, bir iki göz yaşı, bol sohbet, dedikodu, sonra aslında eskiden ne kadar da çok şey paylaşmış olmaktan dem vuruşlar, kavgalarımız, birbirimize kızgınlıklarımız, tatlı geçen günlerimiz ve sonunda " olsun beah bak kaldığımız yerden devam ediyoruz her seferinde" cümlesiyle kendimizi rahatlatma derken zamanı çarçabuk tüketişimizin farkına varıp, hazırlanıp, kendimizi Taksim'e attık. Fütürsuzca, dolaşıp, yağmura soğuğa aldırış etmeden dolaştık da dolaştık. Artık ayaklarımızın feri kesildiği bi noktada, kendimizi güzel bir mekana biraları yuvarlamak için zor attık. İçtik de içtik sonra acıktık, kalktık balık pazarı, şampiyon da kokoreç, midye dolma derken susadık bu sefer de , sonra yolumuzun üstü bi arkadaşın barına takıldık, içtik de içtik. Bu arada benim gözüm saatte tabiki; Balkabağı olmadan , otobüsü yakalayıp, sıcak evimize geri dönelim diye. Saat 24.00' ı gösterdiğinde , demir alma vakti geldiğinden, ordakilerle vedalaşıp, şakalar komiklikler eşliğinde ZÜ ile birlikte hızlı adımlarda durağa doğru yollandık. Hatta ben ısrarla ya "yaa ÖB yokken bi de şurdan ıslak hamburger mi yuvarlasak diye ZÜ'yle pazarlık yaparken ki zira ÖB mikrop falan kaparım diye, o şahane şeyi yememe razı olmadığından, aklım hep orda" Zü benden telaşlı "yaa otobüsü kaçırıcaz sen hala ıslak hamburger diyosun" diye beni durağa doğru sürükledi ama zaten saat 24,10'da kalkımış otobüse yetişmemize imkan olmadığından , öylece kaldık durakta. Ben o an suçluluk şeysiyle, her zaman bindiğim otobüsün kalkış saaatini nasıl olur da on dakka ileri attığımı düşünürken, aslında şimdi eve nasıl gidicez onu düşünmem gerektiğini hatırladım. Hayır yanımda arkadaşım , hava soğuk, sarhoşuz ve benim yüzümden otobüs de yok ortada ve otogardan Tekirdağ otobüsüne binilse yeridir bir mesafe için taksiye de binemeyiz derken anaa işte orda kalkmakta olan bir 25T göründü. Hemen ZÜ'yü de sürükleyip atladık otobüse, ardından zincirlikuyu, ordan Avcılar'a ulaştık. Ben durakta bir Beylikdüzü minibüsü ararken, "ulan taksiye bir sorayım" deyip, durakta bekleyen sarı arabanın kapısını açmak için yanaştım ama kapı kilitliydi. Benim zaten kafa bir milyon, asılıyorum, kapıyı ben mi açamıyorum diye. Meğerse kilitliymiş. Şöfor mahallindeki kişi eğilip, kapıyı açtı. Açar açmaz ben hemen kafayı içeri uzatıp" Beylikdüzüne gündüz tarifesi gider misiniz" dedim. Arabadaki bi iki saniye durup şaşkın bi şekilde "yalnız ben taksi değilim" dedi. İŞte o an benim şimdi deprem olsa de yerin dibine girsem dediğim bir andı. Çokça özür dileyip kapıyı kapattım. Zü de şaşkın şaşkınn bana bakmaktaydı. Meğersem o anlamış o aracın taksi olmadığını da "dur ben sorimm" deyince bişi sorcam sanmış!! Hay alllam yaaa:)))
Arkadaki taksiye atlayıp eve gelirken, bu olay geceye damgasını vurmuştu. Bizi getiren taksici de beni rahatlatmak için " belki de korsan taksidir, yoksa ne işi var durakta, biri tel ile çağırmıştır o da bekliyodur " dedi. Ya da sevgilisini , eşini, dostunu bekliyordu kimbilir.
Neyse eve geldiğimizde saat 02,30 olmuştu çoktan. O gece de böyle sonlandı, fıkra gibi. Bu durumdan bendeniz iki ders çıkardım birincisi; son otobüsü kaçırsan bile, istediğin saatte eve metrobüs- gündüz tarife taksi aracılığıyla dönülebileceğini , ikincisi de ; her sarı arabaya taksi muamelesi yapmamayı. Ama bizim buralarda taksiler zaten bordo olduğundan benim sarı dışında bordo renge de dikkat etmem lazım !!!:))
karikatür şurdan
0 comments:
Yorum Gönder