RSS

Hastane tutanakları Bölüm I

Bunda tam bir ay önce önce öğle yemeği zamanında bir telefon aldım, telefondaki ses teyzemdi, ağlıyordu, ambulans viyaklamaları içinde bişeyler söyledi bana.

Ben gayet sakin dinledim onu, sonra sakin ol ben ÖB'ye haber veririm ve size yetişiriz dedim.
Biz onlara ulaşana kadar, onlar bu sırada bi iki hastane dolaşıp sonunda gazi acil servise kabul edilmişler.

Sonra biz de geldik acile. Acil'in içi kalabalıktı. Her bir yanda ağlayanlar vardı. Büyük ve çocuk acil aynı binanın içinde olduğundan yetişkin kadar da çocuk hasta taşınıyordu buraya. Ve çocuk çığlıkları büyük çığlıklarına karışıyordu. Zar zor , kapıdaki güvenliği atlatıp ki aslında yapmamamız gereken bir şeyi yapıp, dedemi aldıkları yoğun bakım ünitesine sızdık. Dedem öylece hareketsiz yatıyordu, sanki ölüm vakti yaklaşmış bir yetişkin gibiydi. Çok kalamadık yanında çıktık. Zaten acilin içerisi dışardaki bekleme salonundan daha da sinir bozucuydu.

O gün bütün gün acilin bekleme salonunda bizi çağırmalarını bekledik. Bi kaç kere de doktorları dışarı çıkınca yakaladığımızda neyi var neyi var diye paçalarına yapıştık. Ama net cevaplar alamadık.

Bizi içeri dedemin yanına almıyorlardı ama her an çağırabilirler diye ordan hiç ayrılmak istemedik. Yanımdakileri gönderdim. Ben beklicektim. Benim dedem kimsesiz değildi yaaa. En azından ben vardım. Hiç çağırmasalar bile ben onlar beni çağırana kadar beklicektim. Sonra saat daha da ilerleyince sevgilim de geldi yanıma. Beni her zaman olduğu gibi yalnız bırakmadı. Beraber sabahladık ama dedemin yanına hiç giremedik. Bi kaç teşebbüste bulunduk ama yoğun bakım odasında olduğu için kesinlikle bizi yanınabırakmıyorlardı. O ilk gece acil servis inanılmaz yoğundu. Üst üste trafik kazası vakaları geldi. Bolca da yaşlı getirdiler. Bi de bahçesinde bi şeylerle uğraşırken düşüp, kalçasını ve ayak bileğini kırmış altmışlı yaşlarda bir amca getirdiler. Ben o amca geldiğinde tam da dedemin yanına sızmıştım ki beni yaka paça dışarı attılar zira o amcaya müdahele etmek için bir grup doktor geldi odaya. Bir saat kadar sonra amcanın yakınları perişan bi şekilde dört dönmeye başladılar, meğer amcanın acil ameliyata alınması lazımmış lakin bu haberin üstünden on onbeş dakka geçmedi ki amcanın iç kanaması olduğu tespit edilmişti ve bir on dakka sonra da ölüm haberi geldi. İşte o haber geldiğinde acildeki herkes ağlıyordu. Tabii burda hepimiz böyle bir haberi duymaya hazırlarken kendimizi, yanımızda oturana böyle bir haber gelmesi empati olayını daha da arttırıyordu. Bizler gizliden göz yaşlarımızı silerken amcanın kadın yakınları bayılıp kaldılar oldukları yerde, sonra onları da acilin içine alıp ilk müdahaleler yapıldı. Derken gece güne döndü sabah oldu. Bizim Hüseyin çavuştan hiç ses yoktu. Şimdi acilde yaşanan bu ölümle herkes çok gergindi ve aradan da kayıp dedeme ulaşamadım.

Saat biraz daha ilerleyip sabah olunca teyzem geldi. Biz de uyumak için ayrıldık acilden zira akşam yine gelicektim. Bi şey olursa teyzem haber verecekti öyle anlaştık da ayrıldık ordan.

Biz eve gelip yattık, uyandığımızda saat akşamın beşi olmuştu bile. Hemen telefonuma baktım hiç arama yoktu. Teyzemi aradım; bi değişiklik yok dedi. Yalnız gece için bir bakıcı bulmuş tesadüfen. Türkmenistanlı bir bayanmış. Dedim ben gelim yine de bir bakım, tanışım ona göre. Neyse biz de giyinip gittik ÖB'yle. Kadın geldi. Meğer teyzem orda dedemle yaşıt eşini getirmiş bir bayanla tanışmış, hatta bayanla biz aynı sokakta oturuyormuşuz onu da sonradan anladık. Neyse işte o tutmuş bakıcıyı, teyzem de bizim dedemize de baksın zaten bi kere falan zor çağırıyorlar, bi şey olursa bize haber versin demiş. Öyle ayarlanmış bu olay.
Bakıcı bayan geldi. Adı zülfiya, hoş, temiz ,ciddi birine benziyordu. Cebimin numarasına verdim. Olumlu olumsuz bir şey olursa saat kaç olursa olsun mutlaka aramasını söyledim. Sonra hepimiz ayrıldık. Ama benim içim içimi yiyordu yine; ya bakmazsa, ya oturmazsa orda, ya dedemin yakınını çağırdıklarında duymazsa, anlamazsa diye. Sonra bu paranoid tavırlarımdan kurtulmak için ÖB'le bi kaç kere acile gittik gece. Allahtan yürüme mesafesi uzaklıkta bize. Neyse baktık kadın acil bekleme salonunda, hastaların alındıkları ana kapının en yakınındaki koltuklarda otumuş bekliyor. Sonra içim rahat etti. Eve döndük.

Huzursuz bir uykudan sonra yine sabah oldu. Bu ikinci gündü. saat yedi otuzu gösterdiğinde ben acilin kapısındaydım. Kadını gönderdim , gidip uyusun diye. Bu arada bi kaç kere girmiş içeri, kapıdaki güvenlikçileri ayarlayıp. Dedem aynı şekilde uyumuş hep.
Kadın gidince ben de onun kalktığı yere oturup beklemeye başladım. Derken bir sıkıntı geldi bana birden kalkıp içeri attım kendimi. Acil doktorunu buldum, durumunu sordum. Şeker komasına girmiş meğerse bizimki, halbuki hiç öyle bir hastalığı yoktu ama çok şeker tüketiyordu. Bir de ağır zaturre olmuş, çok yaşlıymış pek bi şey beklemememiz gerekirmiş, haa bir de bir böbreğinde yetmezlik varmış, zaten ağızdan beslenemiyormuş, sakın su bile içirmememiz gerekirmiş, akciğerlerine su kaçarsa ölebilirmiş.... Ben bunları gözlerimi kocaman açarak dinlerken, göz yaşlarım benim dur komutlarımı hiçe sayıp çoktan akmaya başlamışlardı. Ağlayarak çıktım odadan. Yapayalnızdım o an, sessiz sessiz ağlıyordum, içimden de ama daha iki hafta önce dedemle bir hafta geçirdim, halsizdi falan ama yiyip içiyordu, koşarak döndü teyzeme, hem daha dedemin nevresim takımları makinede yıkanmayı beklerken nasıl olur da bu olur diye geçiriyordum. Bir an dedemin çok yaşlı olduğunu unutup, benim şimdi dedem ölecek mi, ee peki ben n'apıcam o zaman dedesiz, zaten babam da gitti diyordum kendime. Ama bu haksızlıktı ve dedem ölmesin diye ağlamaya devam ettim. Biraz kendimi sakinleştirmeye çalışırken, nasıl da soğukkanlı söyleyiverdi doktor tüm bu olumsuzlukları ardı ardına diye düşünüyordum ki kardeşim aradı, ona söyledim bunları. Anneme söyleyip söylememeye karar veremedik. Çünkü kardeşim de annem de şu an başka bir şehirdeydiler ve kadını taa km'lerce öteden huzursuz etmenin iyi olmayacağına ve sonuca göre haber vermeyi ve şu sancılı durumu yaşamasının onun için iyi olmayacağı kararını verip bir gün daha söylemedik.

Kardeşim telefonu kapattı. Ben acilde bir içeri bir dışarı giriyorudum. Sonra sakinleşmek için bir kave aldım kendime acilin kantininden zira bu kantinde en ucuz şey elli kuruştu ve boş kağıt bardakları bile elli kuruşa satıyordu, sabaha kadar da açıktı. Sonra yine oturdum sert ve kirli koltuklara, kavemi içmeye çalışıyordum ama ağzım titriyordu ağlamaktan ve ben bir türlü içemiyordum. Sabah sabah orda benim gibi yakınlarından bir haber almak için bekleyen insanların da morali bozulmasın diye dışarıya kapının önüne çıktım. çaktırmadan ağladım, kaveyi toprağa döküp, bardağı çöpe attım. Her şeye çözüm bulabilecek kadar inatçı biriyken bu durumu değiştirecek bir bok gelmiyordu elimden. Kapana kısılmıştım. Sadece ağlayabiliyordum ve yalnızdım. ÖB işteydi, annemin haberi yoktu olaydan; teyzem öğleden sonra gelecekti ki o da zaten altımışını devirmiş bir yaşlı kadındı; diğer üç dayım, üç teyzem ve yirmi dört kuzen ortada yoktu zira onlara haber verilmemişdi çünkü aylardır zaten dedemi hiç merak etmemişlerdi ve bu durumda da el gibi geçmiş olsun diyip gidecekleri için daha sinir bozucu olacaklarını kesindi, öte yandan ben de o insan suretindeki yaratıklarla muhatap olmaktansa ölmeyi tercih ederdim; en yakın arkadaşlarım, dostlarım başka şehirlerdeydi, kardeşim keza öyle. Gerçi arkadaşlarıma ve kardeşime gelin desem hepsi koşa koşa gelirdi ama çoğunun haberi yoktu ve ben süper kahraman olarak kimseye gelin demiyordum. Yapayalnızdım, hayatımda büyük bir yer kaplayan dedemin her an ölüm haberini bekliyordum, ağlıyordum, acizleşmiştim, ufalmıştım. Saat bir türlü ilerlemiyordu ve ben ağlamaktan kendimi alamıyordum. ASlında ben duruma üzülüyordum; Koskoca dedem küçücük bir sedyede ayakları, kolları dışarı sarkmış, hareketsiz, makinalara bağlı, ağzı yara bere içinde, su istiyor ama su bile içemiyordu, kolları, damarları morluklar içindeydi ve iyileşemiyordu ve ben bu durumu değiştirecek hiç bi bok yapamıyordum. Tabi en çok iyileşmesini isitiyordum ama ölecekse de şu durumda ve bu ortamda ölmesini istemiyordum, verseler de dedemi eve götürsek , rahat yatağında, ütülü çarşaflarında huzur içinde uğurlasak diyordum içimden ama vermeye de vermiyorlardı.

Böyle böyle akşam oldu, gün battı sabah oldu, yine akşam oldu yine sabah oldu, böyle böyle altı gün boyunca hiç haber alamadan bekledik durduk, biz orda beklediğimiz her gün trafik kazası geldi, her trafik kazasının üç tanesinden birinde ölümler yaşandı, kimi karısını kimi çocuklarını kimi yengelerini kaybetti, orası her gün biraz daha gerilen bir ortam halini almıştı. Her gün başka bir travma yaşanıyordu ve biz orda olanlar da bunlardan olayın yakınları kadar etkileniyorduk. (Bu arada anneme de haber vermiştik ve o da artık burda teyzemin ÖB'nin ve benim yanımdaydı.)Öyle ki eve dinlenmeye geldiğimde aklımı acil bekleme salonunda olanlardan alamıyordum, yemek yiyemiyor, yerken ağlamaya başlıyordum, her ne yapıyorsam hep ağlayarak yapıyordum sanki biri bana zorla yemek yediriyor, zorla çay içiriyor, zorla duşa sokuyor, zorla uyutuyor da ben bunlara karşı koyamamaktan ağlıyordum.

Altıncı günün sonunda doktorlar sonunda doğru düzgün bilgi verdiler bize; dediler ki dedemin aciilik durumu kalmamış, artık göğüs hastalıkları bölümüne sevki gerekiyormuş ama boş yer yokmuş falan filan. Biz de ÖB ile hemen göğüs bölümüne çıktık, biraz tartıştık falan, yer yoksa bize daha önce söylenmeliydi ve biz de başka bir hastane için araştırma yapabilirdik ve yaşlı adam sedyede boşuna bi kaç gün yatmayabilirdi falan filan. Neyse zaten acil hastalarına öncelik tanıyorlarmış ve o konuştuğumuz öğleden sonra da dedemi göğüs bölümüne aldılar. Artık daha rahat bir yatakta ve sürekli kontrol altındaydı ve en önemlisi artık biz onun yanında kalabiliyorduk.
------birinci bölümün sonu------