RSS

How To Cook Your Life!!!

Yönetmen:Doris Dörrie
Senaryo:Doris Dörrie
Görüntü Yönetmeni:Jörg Jeshel, Dorris Dörrie
Kurgu:Suzi Giebler
Oyuncular:Edward Espe Brown
Yapımcı:Franz Xaver Gernstl, Fidelis Mager
Prodüksiyon Şirketi:Megaherz Film & Fernsehen/Munich
Dağıtımcı:Filma Ltd.: Zeytinoglu Caddesi, Sarı Konaklar İş Merkezi, A Blok, D:6, 80630, Akatlar, İstanbul, Turkey Tel: +90 212 352 09 60 Fax: +90 212 352 09 65 E-mail: sebnem@filma.com.tr


Hayatınızı Nasıl Pişirirsiniz?


Biz bugün bunu izledik. İzlerken göz yaşlarımız boğazımıza düğümlendi. Öyle yenilir yutulur cinsten bi şey diildi. Hazmı zordu tabii anlayana!!!
Samimiyetle yapılmış bir belgeseldi, duygusaldı, komikti, ritmini koruyan bir enerjisi vardı, dönüp kendinize bakmanızı sağlayan, etrafınızda olup bitenleri anlamlandırmanızı sağlayan bir şeydi.
Bence insan olmak için çaba sarfeden herkesin izlemesi gereken bir filmdi..
Özellikle samimiyet konusunun geçtiği bölümler benim için çok anlamlıydı.Etrafımdakilere samimiyeti anlatmak için dötümü yırtarken, orda bir iki cümleyle samimiyet denen şey önümüze konuluverdi, ve pek tabi ki tüm yaşantımızda karşılığı olan pek çok cümle de.
Benim için bugün bu film daha da anlam kazandı. Kafam karmakarışıktı, yine bir samimiyetsizliği hissetmiştim sinirliydim ve öfkeliydim;tavırlara, tutumlara, hesaplara,kısasa kısaslara, hayattaki haksızlığa, şanssızlığa...Tutuyordum kendimi, belki de ağlasam öfkem de akıp gidecekti ama ağlayamıyordum, kaskatıydım, o yüzden hiç düşünmemeye çalışıyordum ama bir yandan da ah keşke biri bi sinir bir durum oluştursa da dayak yeme pahasına
da olsa kavga etsem, tekmelesem, küfretsem diye düşünüyordum sonra film başladı. Ve bugün bu film günümü kurtardı. Üstelik kafamdaki taşları yerine çoktan oturtmuşum onu farkettirdi bana.
İyi ki bu filmi seçmişiz. Yarın ilk işim bu filmin bir kopyasını öyle ya da böyle edinmek ve yastık altımda bulundurmak, ihtiyacım olduğu zamanlarda da ilaç niyetine seyretmek.



housebreaker !!!

Sabah oldu, uyandık. Fatma Girik'i aşağıya indirmek üzre dış kapıya doğru yöneldik. Her zamanki sabırsızlığıyla kapı mandalını açmadan kapıyı çekti bizimkisi. Tabi kapı açılmadı. Sonra ben önce mandalı açmasını söyledim. Nitekim açtı ve apartmana çıktı, ardından ben çıktım ve kapıyı kapattım. İŞte N'oolduysa ondan sonra oldu. Tam kapıyı kapatırken içerden mandalın kapanma sesi geldi de yok artık oldum. Bir yandan da bizimkisi aşağı inmek için acele ediyor, ben bir yandan " dur bekle beni, merdivenden tek başına inme" diyorum, bi yandan kaldık mı pijamalarla dışarda, telefonum da içerde, çekimim de var, sıçtım ben, ÖB de istanbul'da diye düşünüyorum. tabi hemen elimdeki anahtarla kapıyı açtım ama tam da düşündüğüm gibi mandal takılmıştı kendi kendine. Yaa alla alla bu nasıl olur yaa, hadi oldu diyelim niye hep benim başıma gelir böyle saçmalıklar yaa, diyorum, bir yandan da ahh Fatma Girik ahh aceleden mandalı yarım açtın tabi, ben de kapatınca kapıyı kapandı işte. Neyse böyle on, yirmi saniye bu düşüncelerle geçti. Eee napıcam, kapıya girişicem, ben kıramazsam aşağıdaki akvaryumcudaki oğlanı çağırcam kapıyı omuzlasın die ahahahah... Ne saçma düşünsenize, ben gidiyorum ve "biraz yardıma ihityacım var , benim kapının kırılması gerekiyor" diyorum. Zaten mahallede hakkımızda kulaktan kulağa dolaşan bir ünümüz var. Bir de buna şahit olurlarsa artık herkes hemfikir olur tuhaf bir aile olduğumuz hakkında. Hatta arada bir iletişim kurmak, şöyle göz ucuyla da olsa evin içine bakmak, bir iki soru sormak için kapımızı çalıp, kandilde mandilde helva falan getiren komşuların da artık bizden tesellileri düşer eminim. Ahahahah...
Neyse uzatmayım. Ben o panik ve sinir haliyle, bi omuz atmışım ki kapıya, anında açıldı kapı, olan mandalı tutan vidalara oldu. BU arada da bu mandala güvenip de huzur içinde uyuyan ben artık bu mandal işinin de kapının da büyük bir yalan olduğunu anlamış oldum. O gün bu gündür artık ne kapıyı kilitliyorum ne mandalı , takıyorum... Ahahaah.... Şİmdi ev sahiblerine daha doğrusu apartmanın sahiplerine gidip çelik kapı talebinde bulunsak, paraya doymayan gözlerini koca koca açıp, anında kalp krizi geçireceklerine ve hatta hastane masraflarını da bize ödeteceklerine eminim. Ahahha. Kaldı ki apartman girişimiz bir gece kondu girişinden farksızken,ve girişe fotoselli bir ışık bile taktırmazken, bizim çelik kapıyı mı önemseyecek bu dallamalar. Ahahaha Ve en komiği de apartman kapısı; öyle trajik-komik bir halde ki, hava iyi olduğu zamanlarda açık kalsın diye mavi bir çamaşır ipiyle, kapının arkasındaki boruya sabitleniyor. Hayır anlamadığım, bu ipi her gördüğümüzde koparıp atıyor olmamıza rağmen o mavi çamasır ipinin üç yıldır hiç tükenmiyor oluşu. Allaalla??!! Yalnız bu güzel mahallede bu halde olan tek binanın bizim oluşu da başka bir şanssız bedevilik durumumuzun bir kanıtı olsa gerek.
Bu arada bir kapı mandalı fotosu ararken bu videoya rastladım da artık çelik kapı fikrinden de vazgeçtim.Artık ne olursa bahtımıza gibi kaderci bir tavır almaktan başka bir çaremiz yok. Ahahahaha....

Bu da Bizim Olsun!!

Bu hafta sonu da bizim olsun. Umarım öyle olur. İnsansı ihtiyaçlarımızı gidermenin zamanı gelmiştir. Kaç haftalardır kendimizi ihmal etmenin ve insanlıktan çıkışımızın hesabını yapmamak için kendimizi tatlıya vurup vücudumuza bi kaç kilo daha ekleyerek göbeklerimizi katmerlendirdik. Tabi hafta içi iş günlerimizde yaşadığımız stress ve zor hayat koşullarımız da üstüne eklendi. Fakar görüldüğü, izlendiği üzre şu saate kadar bir kez olsun şikayetlenmeyip, her türlü sorumluluğumuz yerine getirip, içimizdeki bütün iyi niyeti, sevgiyi, alakayı yakınlarımıza sunduk ve hiç bir şeyi sekteye uğratmama başarısını gösterdik. Veeee Artık bu hafta sonu da kendimizi de sevmenin ve mutlu etmenin zamanıdır dedik ve İstanbul' a gitmeye karar verdik ama neden sonra vazgeçtik çünkü üç buçuk saatimizi ulaşım için harcayıp, sonra yorgunluk ve panikle yapılan aktiviteler neticesinde iyice kendimizi hırpalayıp ertesi gün tekrar koştur koştur bu dekadansın allahını yaşayan şehre dönmenin bizi mutlu etmeyeceğini düşündük. Ve If Ankara'dan bir iki bilet alıp , değişik filmler izleyip sonrasında da sorumsuzca, sokaklarda zaman geçirip, içmenin zıçmanın , avarelik yapmanın bizi daha iyi hissettireceğine karar verdik.
Heheheh.. iki festival filmi izlemek bizi normalleştirir diye düşünüyoruz heheheh.....
Bu bok çukurunda olup da bi an için burda olduğunu unutmak isteyenlere de buyrun alternatif
BU da If İstanbul'un reklamı oldu ama varsın olsun canıım, onca emek var, onca heyecanlı ve hayata tutunan ve derdini anlatmaya çalışan, uluslararası bir iletişim kurmak için çabalayan insanlar var d,mi yani.... ahahahah

Bir deniz memelisi olsam!!!:)))

Kaç gündür bunu düşünüyorum. Ben hayatımdaki kişiler için yaptığım bütün fedakarlıkları neden yapıyorum; bana iyi desinler diye mi; yoksa beni sevsinler diye mi; belki de iyi biri olmam gerekir diye düşünüyorum; ya da kendimi diğerlerinden üstün hissetmek ve onları hor görmek için mi(?)
Bunlar ve daha acımasız şeyler geçiyor aklımdan kendim hakkında. Fakat bir yandan da hayatımdakilere bakıyorum da aslında kimse bunlar için sevmiyor beni, ya da saygı duymuyorlar, değer vermiyorlar. Evet evet kesinlikle böyle şeyler hissettirmiyorlar bana, hatta daha çoğunlukla kişisel haklarımı yok sayanlar tarafından ablukaya alınmış hissediyorum.

Bunları uzun süredir düşünüyorum. Neden böyle biriyim diyorum kendime sürekli, ne var birazcık bencil olsam, hayatımı yaşasam diyorum. Ve bütün suçu taşıdığım genlerime atmaya karar veriyorum.Bir de annem, babam, dedem ve anneanneme ve onlar tarafından vicdanlı ve duygusal bir insan olarak yetiştirilmeme. Bazen çok mutsuz oluyorum bu halimden, kurtulmaya çalıştığım kötü bir alışkanlığım varmış gibi hissediyorum, değişmeye çalışıyorum, kendimin tam tersi gibi davranmaya çalışıyorum ama o zaman da daha mutsuz oluyorum.
Demek ki değişmek de beni mutlu etmiyor. Aslında ben böyle , olduğum gibi mutluyum sadece kendime karşı biraz daha koruyucu olmak ve en azından kendi kişisel haklarımı es geçmemek,haksızlığa ugramamak için kendime de değer vermek ve artık etrafındaki planktonları dert etmeyen, önemsemeyen memeli bir deniz hayvanı gibi hissetmek, ve kendime; enayi, aptal, ahmak, salak gibi sıfatlar takmamak, kendime barış ilan etmek istiyorum.

Bu arada ekşi sözlükte planktonlar hakkında çok eğlenceli entrler var. ahahahaha....

İlber Ortaylı!!

Bir baktım, İlber Ortaylı bizim salonun ortasında. Bizim salon da on beş yıl önce bütün aile fertleriyle yaşadığımız Ankara'daki ev fakat evin bulunduğu mekan şu an bizimkilerin yaşadığı şehir. Dışarda nasıl kar, tipi sormayın. Bir anda bi şey oluyor ve İlber Ortaylı bizim salon camını kırıyor. Fakat kimse camın kırılıdığının farkında diil. İçeri kar , kıyamet dolmaya başalayınca anlaşılıyor. Yalnız Ortaylı bu sırada o kadar sakin ki, sanki tarihten bir kesit anlatıyor, o rahat ve hikayeci tavrıyla. Ben hemen telaşlanıyorum "aa cam kırılmış yaa, n'apcaz şimdi hocam " diyorum. O da " bir minder bulup sıkıştır canım , bir camcı bulup taktırırsınız" diyor. Bu sırada annem geliyor sahneye. Tabi hemen kızıyor, hoca moca dinlemez o "" aa cam kırılmış, ama olmaz ki, burası mahrumiyet bölgesi, nerden bulcaz camcıyı şimdi" diyerek sinirli sinirli söyleniyor. Ben de hemen ortalığı sakinleştirmek için elime tel. rehberini alıp, " aa bak burda bi kartvizit var anne, dur burayı arayım ben" diyorum, ama tel. cevap vermiyor. Bİz de annemle kalkıp camcı bulmak için başka bir maceraya atılıyoruz; uzuuuun uzuuuun yazılamayacak kadar karmaşık ve bazı bölümleri çok flu bir maceraya.
Neyse sabah kalkınca sanki bütün bunlar uykumda geçen bir rüya anısı diil de gerçekten yaşanmış bi hadiseymiş gibi hissederek " ya Koskoca profesöre de annem kaydı azarı, ayıp olmamıştır umarım" diye içimden geçirirken buluyorum kendimi.
Bu hafta kesin progmanı kaçırmamam lazım. Belki de kaç zamandır ihmal ediyorum, unutup seyretmiyorum diye, rüyalarıma girdi. Ahahahahah
Bu arada şu an aklıma gelen camcı amına goyim fıkrası de saçma bişiydir ama ama yine hep gülünür. Camcı .. mına koyimm. ahahahahah...

Dedem Ve Hafta Sonu!!!

Bu hafta sonu dedemi alma günüm diildi hatta sevgilim üç gündür bensiz sıkıcı bir İstanbul seyahati yapmıştı (iş icabı) ve yeni dönmüştü .Ve ben bizim Fatma Girik'le aralıksız üç gün geçirince bizim Hüseyin Çavuşa pek enerjim kalmamıştı. Ama teyzem aradı " seni soruyor, giyinmiş bekliyor, gözü yollarda " dedi. Ben de dayanamadım, ÖB'nin de rızasını aldıktan sonra bizimkini aldık getirdik. Yol boyunca bildik diyologlar;
dede- yaw niye geldiniz, size zahmet veriyorum, üzülüyorum. Tühh, ben kendim de gelirdim (sanki heyecanla bizim gelmemizi beklemiyormuş gibi ahahah, numaracı)
Torun- yaw dede özledim seni geldim, sen özlemedin mi?
Dede- özledim elbet, ciğer bu özlemez mi!
Torun ve ÖB- Eeee Hüseyin Çavuş nasılsın, keyifler nasıl?
Dede- Beni sormayın canım, çürümüş her tarafım, kulağım duymiir, gözüm görmiiir, ölüm lazım bana ama gelmiiir....
Torun- ya dede hemen başladın gene moral bozucu konuşmaya yaa!! Biri sana nasılsın derse nezaketen iyiyim dee. Hem ne var halinde bak senin yaşındakiler hareket edemezken sen bütün Ankara'da fink atıyorsun yaa alla yaa alla yaaa
ÖB- sinirlenme güzelim, Çok bağırıyorsun, dinlemiyor seni bak!
Dede- haa ne dedin, duymiiir yaa kulağım...
Torun- yaa evet bak dinlemedi gene, duymamazlıktan geliyor beni, ben de boğazımı pörtlettiğimle kaldım.
Neyse, eve gelindi. Yine bildik şeyler yaşandı. Bazen komik bazen sinir bozucu çoğunlukla her konuda ısrar ve iknalarla; ye lütfen, iç lütfen, bak dinle, bak seyret, bak oku,anlat bakalım, bak gel yıkanalım, süper olacak, gel traş olalım gel hadilerle...
Yalnız bu hafta sonuna dedeme aldığımız küçük bir radyo damgasını vurdu;kulaklığı da vardı. Evde canı sıkılmasın, dışarı çıkmak istemesin diye. Hem kulakları duymadığı için haberleri falan dinler, türkü dinler diye. Fakat ısrarla her zamanki inatçılığı ile reddetti. Zorla kulağına taktım ben de, kullanmasını öğrettim, fakat her arkamı döndüğümde kulaklıklar çıkartılmış ve radyo yere fırlatılmış buluyordum, ilgilenmediğim zaman da merakla incelemeleri, radyoyu evirip çevirmelerine şahit oluyordum. Ama pes etmedin. Hahahaha.. Yahu Hüseyin çavuş belli ki zevk alıyorsun , ne diye inat ediyorsun; ediyordu işte; hem istiyordu hem de istemiyormuş gibi davranıyordum.
Neyse işte böyle kavga gürültü Cumartesi gecesi oldu. Bizimkisi yattı erkenden, ÖB de aşağıda. Baktım içerden off poff sesleri geliyor, girdim odasına, uyuyamamış. Ben de " ee kalk o zaman ne yatıyorsun bu saatte" dedim, sonra "gel ıhlamur içeriz " dedim. "yok adam ben içmem onu" dedi, " ne içersin " dedim, sessizce " kazoz var mı?" dedi. O an gülerek cevap verdim. Gel var dedim . O yataktan kalkana kadar gidip aldım bakkaldan.
Ben de rejimimi bozup, verdim kendimi gazoza, ahh dedim "hüseyin çavuş hep böyle olsan, memnun olsan yapılandan, istesen bi şeyleri, hayata tutunsan azıcık, ölümü beklemekle hem kendine hem bize eziyet etmesen, mutsuzluğu kendine iş edinmesen, sana vefasız davrananlara üzüleceğine seni seven ve özleyen , seninle zaman geçirmek isyetenlere kıymet versen, şöyle göründüğün gibi sevimli olsan,....
canım benim,yaşamış geçirmiş dedem, sevimli casper'ım...

Döndüm Ben!!!:)

Yaa aslında küçük bi öykümle başlayacaktım yeni yayım dönemime ama şu an o kadar şarhoş ve o kadar keyifliyim ki, amaaaan dedim, niye kasıyorum,o şu an dönmeye hazırsam döniim ben dedim.
Bu arada kaç gündür bekarım , bizim Fatma Girik'le iyice kanka olduk, Kendimize makyaj yaptık ve fotoğraflarımızı cektik, sonra bizimkisi unutup bunları "ayy o nerden geldi bilgisayara , günah olur gıı .." diye telaşlandı ama ben onu hemen yatıştırdım ve eğlenmeye devam ettik, bu arada evi çöp ev haline getirdik, yediğimizi yığdık yediğimizi yığdık ayrıca her yer etimek kırıklarıyla doldu, ayaklarımızın altında sinir bozucu tıçırdak sesler çıkartmaya başladı, sonra mutfak dışında evin her yerine dağıldı da dağıldı. Nihayet bugün evi temizlemeye karar verdim, çünkü artık sevgilimin gelmesine çok az kalmıştı.Ve sonra işim bitince süper bir telefon aldım; Yaptığım çekimlerin parası yatmıştı. Vee hemen kendimi dışarı attım, Sevgili arkadaşım ZÜ'yle buluştuk ve içtik de içtik, Şu an o kadar keyifliyim ki hemen içinde en ufak bir sevgi kırıntısı barındıran herkesi aramak ve kocaman bir kahkaha atarak merhaba demek istedim; öncelikle annemi, kardeşimi ve sevgilimi aradım, ahahah!!! Ve düşündüm ki artık bloğa dönme ve bir şeyler paylaşma vakti gelmiştir ve bu gibi şeyleri kurallara bağlamaya gerek yok, aşk gibi düşün, ne hissediyorsan onu yap dedim kendi kendime ve işte geldim burdayım ve hala sarhoşum, aslında yanımda benimle içecek birileri olsa bakkala gitmeye üşenmem bi kaç bira kapardım şu yanımda olan tek kişi olan Fatma Girik' e içirsem içer ama o zaman da şekeri çıkar ve bu hiç iyi olmaz o yüzden sevgilimin gelmesine bir saat kalmışken biraz ayılsam ve bizim FG'yi günaha ve sağlıksızlığa teşvik etmesem iyi olur diye düşündüm.
Neyse yaa boşvereiim şimdi birayı mirayı da selamlayım herkesi ; selam arkadaşlar, selam anne, selam kardeşim, selam bizim fatma girik, selam segilim, selam arkadaşlarım, selam dostlarım, selam sanal alem, selam selam selam...
İçinde sevgi ve insanlık hisleri olanHerkese selamlar sevgiler ... ahahahahaah
Yahu gülesim var deli gibiyim şu an, içim içime sığmıyor, uzun zamandır kendime en iyi davrandığım bu gün benim için bir tarihtir şu an ahahaah.......

Kısa Bir Ara!!

Her şeyi değiştirmek istiyorum, tabi becerebilirsem.Bu ay içinde bloğumun şablonunu, içeriğini, kendimi, yaşam biçimimi, hayata bakışımı, hedeflerimi... her şeyimi değiştirmek istiyorum. Zira her şeyden çok sıkılmış durumdayım.Öyle ki mide bulantılarım artık çekilmez oldu. Bu biraz zaman alabilir ama en azından buraya dönmem bu ayın sonunu geçmeyecek eminim.

Kolları sıvadım bi kere, giriştim boyumdan büyük işlere. Şöyle bi silkindim, kendimi masaya yatırdım, bi güzel otopsimi yaptım kendi kendime ve gerçekten de sıkıcılığımın ve mallığımın gazabından korkmamışım da içim dışım nasıl çürümüş nasıl çürümüş anlatamam!!!

Bu değişim belki iyi olacak belki de beni daha da vasatlaştıracak, bulantılarımı kronikleştirecek ama olsun razıyım her şeye. Hareket olsun, değişim olsun, bi şey olsun!