RSS

Yine Kürkçü Dükkanındayım!!!!

Ama olsun dört günlüğüne diye gidip dokuz kaldım. Bu yüzden dönüşüme üzülmedim ama annemden ayrılmak biraz tuhaf oldu. Şöyle ki efendim; Bendeniz içine girdiğim ortamlara öyle bir uyum sağlıyorum ki, tıpkı bir bukalemun gibiyim desem abartmış olmam. Önce bir garipsiyorum ama hiç alışık olmadığım bi ortamsa o da; sonra hemen alışıyorum sanki kırk yıldır öyle yaşıyorum. Tıpkı Bu götü boklu Şehirdeki yeni durumuma yeni yaşam arkadaşlarıma alışmam gibi. Aslında ait olmadığım bu ortamlara çabuk uyum sağlıyor olsam da bi an gelip herşeye yabancılaştığım ve "lan ben n'apıyorum burda, bunlar kim,ne zaman yaşamıma girdiler, niye hayatımı burda geçiriyorum allaalla " gibi sorulara takılıp depresifleştiğim de oluyor. İşte bu depresyondan gebermek üzere olduğum bir anımda dedim ki ben anneme gideyim. İyi ki gitmişim. Öyle güzeldi ki oralar. Ordayken kendimi İzmir'deymişim de okulu kırıp gelmişim gibi hissettim. Ohh dedim evimdeyim. Önce odama çıktım baktım her şeyim yerli yerinde. Annem ve kardeşim bana ait olan hiç bir şeyin yerini değiştirmemişler. Kitaplarım, günlüklerim,Fotolarım, Ivır zıvırlarım, Kullanılmış foto kartlarımın siyah boş siyah poşetlerini bile atmamışlar. Çok duygulandım. Bütün günümü eşyalarımı kurcalayak, eski fotoğraflarıma bakarak geçirdim. Zaten yağmur da yağıyordu ilk günler. Hep evdeydik annemle. Ohh Her gün de mangal yaktık, biraları patlattık balıklarla, akşamları da annemin yavaş mı yavaş pc'sinin başında annemin msn ve internetle ilgili sorularını cevaplayıp, yapamadıklarını öğrettim. Sonraki günlerde güneş açtı; havanın iyi olduğu her gün termosumuza doldurduk çayımızı sahilde geçirdik günümüzün çoğunu, dönünce de bahçede takıldık hep, o iğde ağacı senin, şu mandalina ağacı benim dalından yedik de yedik. Hatta bi komşunun bahçesinden körpe patlıcanları aşırıp(aslında aşırmak sayılmaz çünkü onlar artık yaza kadar gelmiceklermiş) patlıcan reçeli bile yaptık:))
Hava böyleyke, on iki saat de yol gitmişken ve annemle de geçen Mart ayından beri ilk defa görüşmüşken,biraz daha kalayım dedim de, annem de bayıldı bu fikre. Bu uzatmalı günlerden birinde annemle yine turlarken bi balkondan miyaklama sesi duyduk. Gittik baktık ki bi kedi yavrusu. hemen alamadık tabi, vahşi biraz , bahçıvana söyledik alsın diye. Ertesi gün gidip baktım almış mı diye. Almış ama zavallı hayvan bahçıvanın gazete kağıdıyla aldığı buruşukluğun içinden çıkamamış korkudan. Anası da gelmemiş belli. Hazır bu sefer annem yanımda yokken aldım kucağıma, bizim eve yakın bi bahceye koydum. gittim anasını buldum ama kevaşeye süt verdiğim halde yavrusunu istemedi, tırmık attı. Ben de gidene kadar besledim işte. Netten baktım da mama yaptım , zavallı yalamayı bilimiyordu , bi damlalık buldum da onunla biberon misali besledim. giderken de bahcivanın çocuklarına teslim ettim . Ama artık bayağı kuvvetlenmişti. Öyle ki artık balkondan kendi atlayacak kadar cesur ve güçlü olmuştu. Kedi hayvanını da hiç sevmem ama bu çakal sevdirdi kendini işte. Öyle böyle derken gitme vakti geldi. Bir yandan da yağmur yağıyor. Öyle ki taksiden inemedik. Otobüs geldi karga tulumba bagaj verip otobüse atladım. Annemle doğru dürüst vedalaşamadık bile. aslında iyi oldu, gereksiz duygusallık yaşayıp ağlardım falan, annem de üzülürdü. Çünkü o bilmiyor bu aralar ota boka zırıldadığımı, eskisi gibi sanıyor beni.
Tabi mevsim dışı olduğu için otobüste yaş ortalaması altmış beş. Ulan diyorum kendi kendime "işte Ankara'ya çoktan döndün kızım welcome to the real life ahahahahah!!" Önce bi moralim sıfırın altına düştü, sonra günlerdim soluduğum taze oksijen sayesinde toparlandım hemen. yanımdaki anneanne de cok sevimli bişiydi zaten. Hiç üzmedi beni.Konuşmaya zorlamadı beni. Ben de ona inip çıkarken yardım ettim kolladım. hatta son molada ben inmiyorum diye o da inmedi, beraberce uyuduk horul horul.
Sonra, sonrası işte kürkçü dükkanı. Sevgilimi gördüm ayağımı atar atmaz, burda bıraktığım ve özlediğim tek kişi. Kaldığım yerden devam ediyorum sanki hiç gitmemişim gibi. Ama tabii evdeki karşıma çıkan eski fotoğraflardaki olarak döndüm. Kendimi buldum, annem de bana beni hatırlattı. Şimdi her şey daha farklı, artık her şeye kendim gibi bakıyorum. Yani bomba gibiyim. Ben geri döndüm aslında, asi, tavizsiz, empati balance ayarı yapılmış, zararlı duygusallığı alınmış, servisten yeni çıkmış, gıcır; otuz üç km ama çok temiz.:)))

Anneme gittim. Dönücem!!!

Ohhh Anneme gidiyorum, yaşasın!!! Şimdi o beni kendime getirir eminim. Kimliğime kavuşturur. ondan uzun süre ayrı kalınca, etrafım flulaşıyor ama o bendeki bütün mantarları temizleyip, etrafımı ve kişileri algılamamı netleştiriyor. Çoğunlukla çok mantıklı olduğu için, öncelikle beni duygu selinden kurtarıyor. Bendeki fazla empatiyi alıyor ben de kendime geliyorum. Karar verdim artık en geç iki ayda bir anneme gidicem banane....
Anne artık msn den hasret gidermeler bitti şekerim Ahahaha. Şimdi ben seni facebook alemlerine de sokarıma hahahah

Offspring!!!

Sene 1997 falandı galiba. Bir arkadaşım 90'lık (yalan olmasın öyle hatırlıyorum) bi kasete doldurmuştu bi sürü offspring parçalarını. Sürekli kulağımda. Bu yıllarda afsad'la yedigöller gezisindeyim ve yine walkmanimde tabi kaset. Dedilerki "dinlediğini ver de şoför'e biz de dinleyim " dedim ki " bu sizi açmaz" dediler "niye açamsın ne dinliyosun ki" dedim "offpring" içlerinden bi tanesi kıt ingilizcesiyle söylediğim şeyi kendince çevirip güya espiri yapmıştı da çok gıcık olmuştum de vermemiştim kasedimi . Yıllar geçti artık. kasetlerimi annemin yanına gidince , ordaki zaman kapsülümden çıkartıp çıkartıp dinliyorum. Offsping kasetim de orda şu an. Ben şimdi niye yad ediyorum offspringi!!??? ŞÖyle ki dün akşam bi müzik kanalında çıktı bunlar. Ama daha önce hiç videocliplerini izlememiştim. Yıllardır da dinlemiyorum. Bunlar çıknıca heyecanlandım Aaa bunlar yoksa onlar mı ?? Evet onlar dedim. Daha önce bazı tespitler yapmıştım ama tutturamamıştım da ÖB dalga geçmişti benle . Yine uyduruyorum sandı da "atma kafadan "dedi. Ben de sonunu izlettim zorla, sonunda yazıyor ya ismi cismi. Nooldu peki ÖB'ye kapak oldu hahahah... Tamam artık dinlemiyoruz ama kulağımızda da onca yılın dinlemişliğin tınıları saklı herhal dimi yani....

Sobe!!!

Şöyle bir blogları dolaşırken, bh'nin beni sobelediğini okudum. Allaalla dedim. Ne ola ki bu. İtiraf ediyorum, hemen google da "blogda sobelenmek" olarak aradım durdum. Herkes ayrı telden sobeleniyormuş onu anladım. Anladım anlamasına da neyi anladım onu bilemedim. Neyse, dedim ki ben bunun ilk kaynağına döneyim bh'den başlayayım tekrar okuyayim, linklerine tıklayayim derken anladım galiba. Tabi utanıyorum kimseye de soramıyorum. Neyse, şimdi pc' mi tekrar salonun baş köşesine koymuşken ve kitaplığa tam beş adım uzaktayken hemen kalkıp bir kitap seçeyim dedim ve 187.ci sayfayı açayım; ben de başka birilerini oyuna dahil edeyim dedim. Buyrun burdan...;
Georges Perec, Yaşamı Kullanma Klavuzu,YKY yayınları, 3. baskı, Şubat 2005, Sayfa 187:"...hamur işleri, kesilmiş makarnalar, şehriye, kurabiyeler, spagetti, kızarmış patatesler, püre için patates gevrekleri, hazır çorba paketleri, meyve konserveleri:kayısı, kompostuluk armutlar, kirazlar, şeftaliler, erikler, incir paketleri, küçük hurma kasaları, kurutulmuş muzlar, kuru erikler; et ve sebze konserveleri: salamura sığır eti, jambonlar, güveçler, domuz kavurmaları, yağlı karaciger, karaciğer ezmesi, balık ezmesi, sumak, lahana turşusu, etli kuru fasulye, mercimekli sosis, ravioli, kuzu yahnisi, ratatouille niçoise, kuskus, bask pilici, paella, eski usul dana yahnisi."Ulan gece gece Perec dedik aldık elimize kitabı, iştah tavana vurdu gene, O şu an salyalarıma hakim olmak için çok çaba sarfediyorum. Allahtan hastayım, gribim, halim yok dağınık mutfağa girip de bi şeyler hazırlamaya. Ama pakette abur cubur olsaydı hiç affetmezdim . Neyse ben de çinko beyazı'nı, gaygan zemin'i, eternal sunshine'ı, ne bilim işte bir de doli incapax'ı (bu bloga ilk kez su an girdim ama olsun, tuttum galiba, öyle hissettim ..) sobeleyiveriim bariii!!!:)))