RSS

Sıradan işlerin gazabından notlar!!!

Yeni bir çalışma konusuyla tekrar start vermiş bulunuyorum. ÖB on gün yok. Ama yalnız değilim. Anacığım var yanımda. ASlında ÖB de olsa iyi olurdu. Yaptığım işlerden en iyilerini seçmeme çok yardımcı oluyordu. Neyse artık, O gelene kadar kendi seçimlerime güvenmem lazım. Ben de nasıl bi insansam, mutlaka ÖB'nin beğenmesi lazım. Gerçi bazen onun beğendiklerini ben beğenmiyorum ama bunun nedeni benim olaya teknik olarak bakmam ve biraz da müşgülpesent olmam.

Kar dün durdu ama buralar çok soğuk. Ev sıcak ama yine insan gece uyurken çok üşüyor. O yüzden gece uyurken bi de üstüme annemin ördüğü komik yeleğimi giyiyorum, haminne gibi bişi oldum. Ayrıca geçen ay ÖB'nin bana zorla aldığı kalın kar montunu bu sıralar üstümden hiç çıkartmıyorum. Bi de çocuğa o kadar bıdıbıdı etmiştim, kalın şeyi bana baskıyla aldırdı diye. Mont harbi kar montu, çok sıcak tutuyor ve su, hava geçirmiyor. Otobüste bile çıkartmıyorum, zaten şişkoyum, bi de bu montla oturunca koltuktan taşıyorum, ayı gibi bişi oluyorum, zarafetten uzak ama mecburum otobüsler de çok soguk hasta olmamam lazım, çok işim var.


Kar yağar, bi kamyonun damperi bi üst geçiti götürür ve ÖB heyecanla Proust'a sarmıştır.

Bloğu son güncellediğimden bu yana hala kar yağıyor. Gerçi şiddeti biraz azaldı ama olsun. Bi de bizim burda feci bi kaza oldu dün. Trafikte damperi açılan bi kamyon, bi üst geçiti tarumar etti. Şİmdi dünden beri üst geçitten arta kalanları söküyorlar. Korkunçt bi görüntüydü. Allahtan hava iyi değildi yoksa iyi havalarda kalabalık olan köprüde bi katliam olurdu. Can sıkıcı!!!!

Hummalı çalışmamın ardından iki gün boşluğum var. SOnra maratona tekrar devam etmem gerekecek. Çok çalışmam lazım. Sevgilime sözüm var, çok para kazanmaya başladığımda O'nu çalıştırmıcam, evinin erkeği yapıcam, hayat zaten çok yıpratıyor onu, bi de üstüne entrikalarla dolu bi iş yaşamı iyice perişan oluyor. "Eeee ben n'apcam o zaman sıkılırım" diyor bu sözüm üstüne , ben de "heykel yaparsın, FG ile bol bol vakit geçirirsin" diyorum. Ve bol bol okur bi de, bu zorlu şartlarına rağmen kitap okumaya her zaman zaman ayırabiliyor, hayranıyım kendisinin. Şİmdi bu sıralar Marcel Proust'a sarmış durumda. Hayretler içinde Proust okuyor. Heyecanla bana anlatıyor Proust'u. Ben de merak ettim ama ben bazen bazı yazarları hiç anlayamıyorum. Satır satır da okusam anlayamıyorum işte. O zaman çok sıkılıyorum kendimden. O yüzden Proust'u çok merak etmeme rağmen şu sıralar okumaya cesaret edemiyorum. Zaten kendimden çok sıkılmış durumdayım, demoralize olmak şu an beni kötü etkiler, özellikle de kendi mesleğimde bi ivme kazanmaya başlamışken.
Proust yüzünden bi köşeye kıvrılıp, ben niye anlamıyorum, ben salağım ben salağım diye badtrip yaşamak aman tanrıııım ne korkunç bi sahne ahahahhaahah!!!!!!:)))))))))
Neyse işte aslında benim o şu an bu iki günlük boşluğumda biraz elimedeki ingilizce hikaye kitaplarıma dönmem ve geri kalan vaktimi de annemle geçirmem en hayırlısı olcek. HAdi ben kaçtım o zaman.

Acıların Kadınıyım, Yıllar yılı Dert Yolunda...!!!!!

Derdin biri bitiyor biri başlıyor. Her şehrin kendine göre dertleri var, insana yaşattığı acılar var. Mesela Ankara benim için hep hastalık ve hastane tecrübeleri, işsizlik, parasızlık, can sıkıntısı, sevimsiz akrabalarla muhatap olmak zorunda olmak, altından benim diyen adamın kalkamayacağı sorumlulukları çekmek, etrafındakilerin anlayışsızlığını çağrıştırır. Buna rağmen bi gün otobüse binip Ankara'ya gitmek, eski evin önünden geçmek, dedemin önceden yaşadığı yere gitmek, orda çocukluğuma, ergenliğime, yetişkinliğime, kendi kurduğum aileme ağlamak istiyorum. Niye böyle bi şey istiyorum bilmiyorum. Belki de bu yeni şehirde yaşadığım dertler bana çok yabancı ondandır. Biraz tanıdık dertleri hatırlayıp biraz onlara ağlamak istiyorum. Saçma dimi (?) Evet bence de . Neyse gelelim bu şehre; Bi ton dert var burda, hangi birini anlatayım, hangi birinden dert yanayım. En iyisi yumuşak bi şeyle geçiş yapayım bu şehirde yaşadıklarıma, şöyle trajik komik bi şeyle;
Çileli otobüs yolculukları yaşıyorum şu sıralar mesela. Nasıl oldu bilmiyorum, birdenbire bu Beyliğin Düzünün populasyonu mu yükseldi, o yüzden mi bilmiyorum ama sabahın hangi saatinde olursam olayım sürekli, medeniyete kavuşamamış bi otobüs dolusu hatta çift katlı olduğundan iki otobüs dolusu ve hatta ayakta üst üste tıkıştırılmış yolcularla üç otobüs dolusu insanla iki saatlik yolu ayakta gitmekten artık isyan bayrağını çekmem an meselesi. Bi yandan da buraya kara kış geldi, sürekli kar yağıyor, hatta döne döne yağıyor bizim düzlükte ve hatta 14. kattan bakınca sanki kar tanelerini en aşağıdan bi aletle yukarı püskürtüyorlarmış gibi, tersine, yerden gökyüzüne yağıyor. İşte doğa koşulları da zorlaşınca benim otobüs yolculukları da daha bi ağırlaşıyor daha bi çekilmez oluyor. Yani araba kullamaktan nefret eden ben şimdilerde ulan bi araba mı alsam demeye başladım. Ama o da ayrı bi dert, bu İstanbul'da medeniyet pratikte evrimini tam tamamlayamamış bi kavram olduğundan kelli, bi de trafikteki ayılarla papaz olmak var. Hatta benim için daha tehlikeli, pek öfke kontrolu olmayan bi insan olabiliyorum bazı durumlarda. Bu da bana üstüne bi de maddi külfet olur her daim.
Bu sıralar işten güçten annemle pek zaman geçiremediğimden, geçen gün onu da yanıma katıp, önce Çapa- Eminönü sonra Karaköy- Taksim sonra 4. Levent- Taksim ve üstüne de bizim çift katlıda, iki saat yirmi beş dakkalık bi' yolculuk yapınca, kadıncağız benimle takılacağına bin pişman oldu ve bana dönüp, "kuzum ömrün yollarda geçiyor, bu ne böyle, ben bu kadar saatte İZmir'den Dikili'ye on kere gider gelirdim. Ben İZmir'de bi baştan bi başa gidiyorum, sanki hiç yol gitmiyormuşum gibi geliyo, vallahi çok zor" dedi. Tabi o İzmir'in sakinliğine alışmış, burası baydı onu. "Bi de yollarda her dakka kavga gürültü ne biçim insan bunlar canım???"diye söylendi. Ben de " Eee o kadar çeşit var, kavga da olcek haliyle, sonra ben de kavga ediyorum, ben de medeniyetsizleştim iyice burda anne ya da insanlıktan çıkardılar beni!:)))" dedim.
Neyse işte şimdilik gidip geliyorum, sabah çıkıp gece evde oluyorum, annem burda olmasına rağmen onu özlüyorum, ÖB'yi zaten sürekli özlüyorum. Ya ben geç geliyorum ya onun şehir dışı seyahati oluyor falan filan işte. Birbirimiz hasret geçiyor günler diyeyim.
Bi de kendime bi yer tutma hikayesi vardı ama onu da başka bi yazıya artık. Zira fotoğraflar, Photoshopu şişirmiş beni bekliyorlar, sonra bir ara çekimim var bugün, kara kışa rağmen. İşleri biraz yoluna koysam bu blog olayına dönücem adam gibi , ben de çok sıkıldım, ama zaman yetmiyor. Acaba bi vınn alıp, uzun otobüs yoluculuklarındaki zamanı mı kullansam bu blog yazıları için ya da nete girebilen, ve rahat yazı yazılabilen bi' cep telefonu daha mantıklı olur. Amannn her şey paraya bakıyor canım. Daha öncelikli olanlar var. Neyse hadi bana byeee.
Başıma komik bişi gelirse zamanım yok demem uğrarım buraya, paylaşmak için!:)

Tanju Okan'ın ettiğine bak!!!!!

Sabahtan beri Tanju Okan dinleyip aşka gelmek, duygulanmak! Hatta günün en olmaycak saatinde bakkaldan bi kutu bira alıp, işini yaparken, bi yandan da usul usul, gizli gizli içmek, sonra iki saat uğraştığın fotoğrafı kaydetmeden kapatmak, sonra zaten bu hayatta hiç bi şeyi beceremiyorum diye umutsuzluğa kapılmak, bu sırada Tanju Okan dinlemeye devam etmek, sonra bi birayla sarhoş olmak, sonra umutsuzca iki saat uğraştığın fotoğrafı tekrar açıp, komputer ekranına malak malak bakmak, arada dedeni özlediğini hatırlamak( ne alakaysa), keske bi sigara yakıp dünyanın her derdini bi iki dakkalığına rölantiye alabilseydim diye hayıflanmak, gündüzün aydınlığında efkarlandıkça efkarlanmak , sonra fluluğa sebep olan göz yaşlarını silerek, fotoğrafı düzeltmeye devam etmek, sonra Tanju OKan dinlemeye devam etmek...

Eski yılın son saatleri, yeni yılın ilk günü!!!!

(resim şurdan)
Bütün gün yorulmuş bedenim, eve ulaşmak için tramvaydan metrobüse, metrobüsten minibüse doğru koşturdu. Bu sırada araçlara ulaşmak için sürekli kuyruğa girildi; üst geçite çıkma kuyruğu, üst geçitten inme kuyruğu; bi kaç kere araçlara binerken ezilme tehlikesi ve bunların sonucunda sinir birikmesi ile eski yılın son saatlerinde şunları yaşadım:
Minibüs kuyruğuna kadar ayakta yolculuk etmenin yorgunluğu ve elimdeki yüklerin dayanılmaz ağırlığı ile üstüme doğru gelen bir karartıya dönüp baktığımda, karanlıkta bile parlayan kel bir kafa benden oldukça yüksekte bi yerde parlıyordu, onu taşıyan vücudun akşam karanlığında bile üstüme düşürdüğü karartının aksine; sonra benim dönüp bakmamla üstüme çıkılma hamlesi, minibüs kuyruğu bu mu sorusuna dönüştü, ardından cevap hakkı bana geçtiğinden ben de bak kuyruğun sonu şurda dedim, kel ve iri yaratık, kuyruğun sonuna geçerken benim sert cevabıma alınmış olacak ki, "ne de şık söyledin beah" gibi bi laf etti, ben umursamadım sonra bi kaç kere tekrarladı, o sırada minibüs geldi, ben buna dönüp, "nasıl söylicektim haa nasııı???" diye çıkıştım, bi kaç saniye de piskopata sarmış bi şekilde baktım, o sırada da ben buna okkalı bi küfür etsem, "ulan dallama, senden mi öğrenicem şıklığı, zarifliği, daha biraz önce tepeme çıkmana ramak kalmışken, medeniyete yetişememiş toynaklı" diyerek ve elimdekileri önemsemeden yere fırlatsam ve buna bi güzel girişsem, acaba ne kadar dayak yerim ne kadar dayak atarım, diye düşünürken, karşımdaki zebellaha bakınca bunu gözüm kesmedi, bakışlarımı gelen minibüse binebilmek için ayırdım bu ayıdan. Sonracıma, minibüste şoförün tam arkasındaki üçlü koltuğun yanındaki boşlukta ortadaki ben olmak üzre üç kadın sıkıştık. Zira başka da ayakta bile duracak yer yoktu. Önümdeki kadının kulağında kulaklıkları vardı ama dışarıya hiç ses gelmiyordu hayret, ya kapatmıştı müziği ya da insan gibi dinliyordu, sadece kendi duyacağı şekilde; arkamdaki kadının da eli kolu benimki gibi doluydu ama benimkinin aksina onun elinde hediya paketleri falan vardı. Minibüs hareket edince, benim bu arkamdaki kadının telefonun çaldı. Bu da konuşmaya başladı ama ne konuşma, bağıra bağıra, maşallah bütün minibüs onu dinledi, sonra kadın hiç susmadı, bu sefer de o sağı solu aramaya başladı gene bağıra bağıra konuşarak;kadına ters ters baktım anlamadı, sonra acı bize bak zaten kıç kıça gidiyoruz, bi de kulağımızın dibinde yüksek sesle bağırma edasıyla acı acı baktım onu da anlamadı, sonra aşağılayarak baktım gene anlamadı.Şunu uyarayim de insan olsun dedim ama neden sonra vazgeçtim, küçücük minibüste tam 32 kişiydik ve bi tek ben rahatsız olmuştum ve biraz sakinleşmem lazımdı artık, sürekli kötü insan rolü bana yazılıyordu insanlık dışı hallere verdiğim tepkilerden ve daha da kızgın oluyordum bundan ötürü. Bu sebepten ben de diğer 31 kişi gibi voyerist bi tavırla kadının konuştuklarını dinledim; Kadının teli ilk çaldığında patronuydu galiba daha dikkatli dinlemeye başlamamıştım konuşmaları, bi şey sordu, bu da cevap verdi, sonra da yeni yılını kutladı. Ardında bu sefer bu aramaya başladı, önce anasını aradı, anası da sordu herhal buna naaptın, nabıyonuz bugün falan dedi, bu da bugün izinliymiş, Bakırköye'e gitmiş, cilt bakımı yaptırmış, hamam, sauna yaptırmış, kese attırmış, ohh rahatlamış, kendine yeni yıl hediyesi vermiş falan, sonra bunun Sinan diye bi kocası var galiba, işte onunla dışarı çıkıcaklarmış, arkadaşları çok ısrar etmiş, şimdi eve ulaşmaya çalıyomuş, çok trafik varmış, allah korusun iyi ki arabayla çıkmamış, anası da yalnız kalmıcakmış, birilerine gitcekmiş falan filan işte, sonra bi arkadaşını aradı yeni yılını kutlamak için ama çok uzun konuşamadı allahtan çünkü aradığı kişi kuafördeymiş hahah!!! Sonra bi kaç arkadaşını daha aradı, bağıra bağıra yeni yıllarını kutladı sonra zaten ben ineceğim yere geldim. Acaba ben indikten sonra kimleri kimleri aradı tüh tüh tüh tüh!!!!!
(grafik çalışma şurdan)Minibüsten indim, ÖB ile buluştuk, alış veriş yaptık; deterjan , ekmek, sabun, süt, yumurta... falan işte, sonra marketin kalabalığından ziyade marketin talan edilişi şaşkına çevirdi bizi, sonra şaşkınlığımız geçti çünkü, bizim aksimize ordaki herkes eski yılın gidişi, yeni yılın gelişi için alışveriş yapıyordu biz de salak gibi buna şaşırıyorduk, halbuki sonraki gün de yapabilirdik alışverişi , hiç düşünemedik işte.
Neyse eve vardık. Annem sofrayı kurmuş bizi bekliyodu. Yemeğimizi yedik, sonra hepimizi tatlı bi uyku bastırdı, hepimiz uyumuşuz, yeni yıla bi saat kala, telefonlarımız çalmaya başladı, uyanıp normal insan moduna geçelim dedik, hem annem de "yeni yıla uyuyarak girmeyeli canım" dedi. Gelen aramaları, kutlamaları kabul ettik.Sonra yeni yıl oldu;
Birbirimizi öptük, uykumuz açıldı, bu beyliğin düzünde hava birden aydınlandı ani patlamalarla, o kadar çok havai fişek atıldı ki bi yarım saat onları izledik sonra da en iyisi uyumak bak yeni yıla da girdik diyip, daha sıcak olan yataklarımıza tekrar girdik.
Herkese iyi yıllar !!!!!!