RSS

Eski Yıldan Son Bir Güzel An!

Dün eski yılın son cumartesi olduğunu unutup Kızılay'a gitme gafletinde bulunduk. İnanılmazdı. Kızılay her zamankinden daha kalabalıktı. Her yerde kuyruklar oluşmuştu. Büfelerde, mısır haşlayıcıların önünde... Hele o bit pazarları denen, standlardan oluşan yerlere girmek imkansızdı. Ama girmek zorundaydık, divx almaya çıkmıştık zaten şimdi almadan gitmek olmazdı. Neyse,bir tane filmi zor seçip aldık ve daha fazla kalabalığa dayanamadık, tömbeki denen bi yerde nargile ve çaya vurduk kendimizi içerdeki ağır rock müzik eşliğinde . Etafımızda bizim yirmili yaşlarımızdaki görüntümüzde bi sürü genç insan. O an ikimiz de çok sakinleştik, tuhaf bi mutluluk ve huzur içindeydik. Ağır ve yalnız başımıza yüklendiğimiz bütün sorumluluklarımız o an zihnimizden tamamen çıkıp gitmişti. Dışardaki hediye telaşındaki kalabalığı camın arkasından bir filmi izler gibi seyrediyorduk ama hiç umursamıyorduk. Aklımızdaki projeleri konuştuk durduk. Çay üstüne çay , fokurdayan nargile ve her çay getirişinde "nasıl güzel mi çay" diyerek bizimle sohbet eden garson arkadaşımız ve kıç kıça masalardaki muhabbetlerimizin karışımı bir uğultu eşliğinde çooook güzel iki saat . Ne güzel.
resim şurdan şeyedildi.

Ankara'da Deprem Oldu!!

Ahan da şu an saat 01.48'i gösterirken çok fena bi deprem oldu. pc'nin başında yaklaşık 4, 5 saniye kadar bi o yana bir bu yana sallanıp durdum. Bi an lan durmazsa diye geçirdim aklımdan. sonra ÖB de kalktı, halbuki daha yeni uyumuştu. Allahtan fatma girik bizde yoksa korkudan n'apardı !! Gerçi uyanmadı ama yalnız olunca hep uyur uyanık tilki uykusunda olduğundan hemen uyanırdı.
Wayy anasını beah, bu sefer çok fena hissettim sarsıntıyı, korkutucuymuş gerçekten de!!!
Mahalledeki evlerin nerdeyse çoğunun ışıkları yanıyor şu an!!!

Gerginlik Yookkkk!!!!

Bu ay gerçekten de yoğun geçti sayılır benim için. İş üstüne iş çıkıyor ve ben de bu sayede bu şehirde ayağımı hiç basmadığım semtlere gidiyorum. Bugün de adı minasera olan bi alışveriş merkezine gitmek için Ümitköy dolmuşuna bindim. Şöfor amca pek tonton ve yardımseverdi. Biner binmez bu gideceğim yeri sordum. Ama bilmiyormuş, sonra yolculardan biri oraya dolmuş gitmez dedi. Allah dedim" iki kuruş alıcaz onu da taksiye vermeyelim şimdi" diye düşünürken, birisi dedi ki "ben biliyorum orayı, en yakın yerde iner ordan binersin taksiye" ben de "tamam" dedim. Ama bu arada bayağı bi kafa yoruldu benim problemi çözmek için. BU arada şoför amca geldiği her yeri söylüyor, söğütözü inecek var mı, Varan, Bayındır, Armada demeye kalmadı arkadan bi adam "dur dur ben armada da inecem demedim mi, bunak mısın sen niye haber vermedin" diye çıkıştı şoföre. Bizimki de "kardeşim işte burası armada alla alla" dedi. Adam inerken "dur ben bi inim de senin plakanı alimm bi" dedi. Bizim kaptan da "Al lan , istersen sök de al" dedi. Tabi bu arada bütün yolcular birlik olup, "Armada burası kardeşim, naapsaydı adam seni giriş kapısına kadar dolmuşla mı götürseydi manyak, ruh hastası vs..."diye adama saydırarak kaptana arka çıktık ve bu inen manyağın arkasından da bi güzel dalga geçip güldük.Ahahahahaa.......Bu olayla birlikte benden manyakları da varmış şu günlük yaşantıda onu anlamış oldum. Hiç olmazsa ben boş yere sinir yapmıyorum bugünkü hıyar gibi diye de düşünmeden de kendimi alamadım.
Yaa bu arada bir şeyi sonuna kadar sıkma huyum yüzünden, flaşı makinaya yapıştırdım ve ÖB bile ayıramadı yarın Ali Değer'e götürücem ve yine alay konusu olucam orda. BU huyumu hemen terk etmem lazım, zira kavonozları da böyle boğuyorum farkında olmadan ve ÖB bunları da açamıyor. yani çevirerek kapanan her şeyi çok fena sıkıyorum. Deli kuvveti mi geliyo nedir???!! Yaa bi de flaşı açmaya çalışırken hem flaşı hem de aleti zedeledik, çok fena moralim bozuk!!!:(((( ONca yıldrı bi çizik bile yoktu, en hassas olduğum konulardan biriydi bu yaa.... Nasıl böyle bi eşeklik ettim ben şaşarım!!!!

Ah Çankaya!!!

Çankaya Belediyesi sınıfta kaldı ve hiç bir zaman da sınıfını geçemeyecek.
Neden mi böyle söylüyorum? Çünkü bir ay önce blogda gösterdiğim annemin öldüğüne dair gelen o sinir bozucu dilekçeden bir tane daha geldi.Oysa ki ben belediyeyi aramıştım ve onlar da annemin adresine göre kaydını açtırmasını söylediler. Ben de anneme aynen ilettim ve o da hemen bu işi halletti. Şimdi yine aynı dilekçeyle karşılaşınca yine belediyeyi aradım. Konuşmayı aynen aktarıyorum ve bunun üstüne de hiç yorum yazmıyorum. Buyrun burdan yakın:
Ben-Alo iyi günler ölüm servisi lütfen.
1.memur-ayrılmayın lütfen.
Ben-İyi günler bana annemin öldüğüne dair ikinci bir yazı geldi. Ama annem kaydını yaptırdı. Acaba online görünmüyor mu?
2.memur-Aaa bir dakka. Nerden geldi yazı?
Ben- Şu andan Çankaya belediyesiyle konuşuyorum dimi?
2.memur-Evet.
Ben- Sizden geldi. O yüzden sizi arıyorum.
2.memur-Bir dakka lütfen.
(bu arada memurla ofisteki başka arkadaşları arasında şu konuşmalar geçiyor ve ben tel. da beklerken duyuyorum)"yaa arkadaşalar. Bu bayana annesinin öldüğüne dair şey gelmiş, yazı, ama annesi ölmemiş, napalım","Nerden gelmiş" "burdan gelmiş""yaa İlker beeeeyy İlker bey yok muu""Kime bağliiim""bana bağla"
3. memur-(bir erkek)- Buyrun
Ben- Beyfendi, bana sizden yazıı geldi, annemin ölü olduğuna dair, bu ikinci yazı, ben sizi aramıştım ilk yazıda
3.memur- eeee , hııııı
Ben- Nasıl yani
3.memur- Şimdi ne yazıyo
Ben- Bakın ben sizi aradım annem .../.../... tarihte ve ........ sayılı evrak nosu ile kaydını bulunduğu ilin D... İlçe Nüfusuna kaydını yaptırdı.Adrese memur gelmediği için kayıt olmamış, gidip kendi bizzat yaptırdı kardeşim. Onu anlatmaya çalışıyorum.
3. memur-Dilekçe mi yazı size gelen?
Ben - bakın ben size bi okiiim anlarsınız o zaman.(içimden söylediğim şey; ananın amı bana gelen, ama nezaketimden ödün vermemem lazım.)
3. memur- okuyun bi hıııı...
Ben- Adres kayıt sistemi kapsam....
3.memur- tamam anladım da . O zaman anneniz kayıt yaptırdıysa dikkate almayın siz o yazıyı
Ben- Eee peki o zaman niye bu yazı geldi, bir ay önce kaydını yaptırdı bu insan. Siz online şeyiniz yok mu görünmüyor mu orda, ya bu kadını ölü diye sayıp maaşını keserlerse ya bu kadın mağdur olursa...
3.memur- Siz o zaman buraya gelin o yazıyla arkadaşlar yardımcı olsunlar size.
Ben- Bu iş telefonla olmuyor mu ?
3.memur- yok olmaz.
Ben- Peki , anladım, kaç saattir boşa konuşmuşuz yani
dedim ve artık sabrımın da sınırına geldiğim için telefonu suratına kapattım.
Ahh keşke serin kanlılığımı korusaydım da bu konuştuğum malın adını alsaydım, hangi birimde çalıştığını sorsaydım güzel güzel de bi şikayet dilekçesi yazsaydım belki bişi olmazdı ama olsun . Bakalım gerçekten bana cevap verecek yetkide miydi yoksa kimse olaya vakıff olamadığı için ordakilerden , ben yaparım, hallederiz modunda biri miydi bu zat, yoksa orda iş bitirici bir hademe miydi, bilmiyorum ki. Bunlar da bizim demokrat ve eşitlikçi ankaralılar olarak seçtiğimiz belediyemizin memurlarıdır; gururla takdim ederim!!!

Sobelendim!!!

Şimdiiii...!!! İlk mimlendiğimde hiç anlamamıştım da bi kaç kere okumuştum beni mimleyen şahsın ne demek istediğini. Bazen bi kerede anlayamıyorum işte:))) Ve mimimi yazarken de başka bi blog sahibiyle de pişti olmuşuz onu da mahallenin delisi vasıtasıyla ögrenmiştim.
Şimdi de mahallenin delisi tarafından Sobelenmişim.:))) Bakalım ne ilginçlikler gelecek başıma ahaahahahhhaaaa.....


1- Blog yazmaya ilk defa nasıl başladım?

Y
eni yaşamımda iş güç meseleleri için plan proje yaparken ki hiç eksik olmaz bendeki bu planlar projeler, Bi web sayfası yapsam , işlerimi oraya koysam, müşteriler sürüyle gelse bana diye düşünürken bi süre sonra bunun altından kalkamayacağımı, beni aşan bi iş olduğunu anladığım bi zamanda sevgilim ÖB'nin kardeşi bahsetmişti bu blog işinden de ben de her şeye atlayan heyecanlı bi tip olarak "hemen yapalım bana yardım edin, öğretin" diye yapışmıştım yakasına. Ve bi baktım "lan hakkaten haa, web sayfası yapmaktan daha kolaymış, benim niye böyle şeylerden hiç haberim olmuyo yaw" demiştim kendi kendime. İşte böylece başladım sanal alemde şeyetmeye.

2- Blog yazılarımın konusu belli bir çizgide olması için çaba gösteriyor muyum? Yoksa içimden geldiği gibi mi yazıyorum?
Tabii, İlk önce ilk heyecan, önce şımardım ilk gün, sonra dedim ki kendi kendime "bu bir günlük olmasın ben zaten günlük tutuyorum. Bu böyle süper bi sanat bloğu olsun, millet benim şahsi meselelerimle boğulmasın, kim ki bu sayfaya hasbel kader girerse, çok eğlensin, ilginç sanatçılardan ve özellikle fotoğrafla ilgili her şeyle karşılaşsın" Fakat tabi bi süre sonra kendime yüklediğim bu ağır görev bana çoook sıkıcı gelmeye başladı, "Yaa üfff yazamıyorum, terminolojim yetmiyor, yeteri kadar okumuyorum, öff pöff" derken kendimi ve bloğumu hayatımın ve duygularımın akışına bırakmanın beni bu ağır sorumluluktan kurtaracağını düşünerek davranış şeklimi değiştirdim ve özel hayatlarını yazan bloglara daha önce alaycı bi yaklaşım sergileyen ben, tükürdüğümü yaladım ve hatta en eğlenceli blogların onlar olduğunu ve onlardan daha çok şey öğrendiğimi fark ettim. Şimdi ben de bazen en mahrem şeylerimi büyük bir edepsizlikle yazıyorum ve çok eğleniyorum bazen ciddi sanat olaylarından bahsederek kendimi iyi hissediyorum ki şu sefil hayatımda sanattan kopmadığımı hatırlatıyorum kendime bazen de en sıradan olaylardan bahsedip kendimi yalnızlıktan kurtarıyorum. Ama çoğunlukla komik olmak çok hoşuma gidiyor çünkü beni okuyan kişileri gülümsettiğimi düşünmek acayip eğlendiriyor beni. Zaten hayat çok zor beah, çoğunlukla göz yaşı ve hayal kırıklıklarıyla dolu amaaaannn....

3- Blog yazmak için gün içinde bazı şeylerden feragat ediyor muyum?

Aslında etmediğimi sanıyorum ama bi oturunca pc nin başına bütün dünyamdan vazgeçiyorum. Önce maillerime bakıyorum ve çalışacağım programları açıyorum ki nete çok takılmiim ama aklımda da yazacak bi şeyler varsa saatler nasıl geçiyor hiç farketmiyorum. Sonra da o blog senin bu blog benim derken bi bakıyorum kıçımı hiç kaldırmamışım pcnin başından. sonra işlerim yığılıyor, yemeklerim yanıyor, bi şey yemeyi unuttuğum da oluyor. Bazen ÖB'yle beraberken şöyle bi pcnin oraya doğru yönlenince hemen kızıyor bana " Yine mi pc nin başına geçeceksin yaaa..."diyerek de ben de hemen çark edip yok yaaa sinemalara bakalım diye şey etmiştim falan diye salak bahaneler uyduruyorum da yemiyor tabi:))) Ve sonuç olarak farkında olmadan her şeyden feragat ediyorum ama bu durumdan en kısa zamanda kurtulmam lazım. En iyisi ben spora falan başlimm Yahu!!!

4- Blog yazmak benim için eğlenceli bir uğraşken şimdi artan bekleyiş yüzünden zorunlu bir hal almaya başladı mı?

Y
ok ama öyle bi şey olursa zaten bu ağır sorumluktan çok fena stress altına girer ve kendimi imha ederim. Zaten beni okuyan da kaç kişi var ki , sen ben bizim oğlan misali desem yalan olmaz yani!:)))

5-
Blog yazmayı daha ne kadar sürdüreceğim?

Bazen yazacak bi şeyim olmuyor ve hiiç yazmıyorum, bazen bi şeylere kızıyorum, bir daha yazmayacağım, sileceğim bu bloğu diyorum, bazen de iyi ki yazıyorum bak ne komiğim diyorum. İşte gel gitleri çok olan bir insan olduğum için ne bok yiceemi bilemediğim anlarım çok oluyor hayatımda. Walla ben de bilmiyorum ama bi tür bağımlılık yaptığı da kesin ama çoğu zaman çook eski alışkanlıklarımı da bi seferde hiç düşünmeden hayatımdan çıkartabiliyorum. Ne bilimm işte ben de bilmiyorum ki, gelecekle ilgili hiç bi fikrim yok şu an!!! Ve yazıyorum, çiziyorum, çekiyorum, copy paste yapıyorum.....


Şimdiiii sıra bende . Ben sobelendim ve oyuna dahil edildim ve ebe ben oldum şimdi ben de
gay kedi 'yi, persona'yı,goodle da kestane nasıl haşanırı ararken karşıma çıkan ve şöyle eşelediğim ve samimi bulduğum blog bizim pastane yi sobeleyim bari ve çinko beyazı sana diyorum, artık güncelle şu blogunu sobe sobe sobe daha bi kaç tane daha tesadüfen rastladığım bi kaç güzel blog daha vardı ama şimdi bulamıyorum. Neyse bi dahaki sefere diyelim.


İnteraktif fotoğraf!!!

Bu interaktif fotoğraf da ne demeyin. Mesela artık ben hiç bi şeye şaşırmıyorum," aaa bu da olmaz artık "demiyorum aksine "aaa iyi fikir ","bak burdan şu da bu da çıkar" diye kendi kendime beyin fırtınaları yaşıyorum. Artık çağ disiplinlerarası çalışmalar çağıdır. Bir şeyi reddetmeden önce o şeyi, o kavramı, o içiçe geçmişliği iyi analiz etmek lazım gelir herhal. Yani ben yaşıma ve aldığım klasik gsf eğitimime rağmen açımı geniş tutmaya çalışıyorum a dostlar.

İşte karşınızda interaktif fotoğraflarıyla kubikfoto

kaynak

Reprise!!!


Yaratıcılığın ızdırabını yaşayan iki arkadaş, sıradanlığın gazbındaki diğerleri,her sanat çevresinde mutlaka olan, salyaları akan sırtlanlar, çanak yalayıcılar, gerçek sanatçılar; samimiyet ve abartısız ve ustalıkla becerilmiş oyunculuklar...
Ve pek tabi ki insanı düşündüren, üreticilik, yaratıcılık konusunda eleştiri oklarını kişinin kendisine yöneltmesini sağlayan bir film. Yani en azından bize öyle hissettirdi.

Joachim Trier imzalı bir Norveç filmi.

Burdan da diğer bilgilere ulaşabilirsiniz.

BU aralar sakin ve insanı düşündüren samimi bir film izlemek isteyenler için

Biz Çocukken!

Biz çocukken karga bokunu yemeden uyandırılıp, hiç bir zaman hoşlanmadığımız cicili bicili şeyler zorla alınıp o kabus sabahı giymeye mecbur bırakılırdık. Elimize de boyumuzdan büyük çiçek demetleri tutuşturulurdu ve sıkı sıkı tembihlenirdi ki kardeşimle kavga etmeyelim diye. Önce baba tarafına, ki onlar her zaman kahvaltı sofrasında olurlardı ve çocukları da daha kalkmamış olurdu ve biz kardeşimle buna çok gıcık olurduk fakat kardeşim iki çikolataya hemen tav olurdu da ben domuzluğumdan ödün vermeyip, yaban hayvanı modunda kızgın kızgın kendimi dışlamaya çalışırdım ama kimsenin umrunda olmazdı tabi Ahahahah.... Sonra anne tarafına gidilirdi, .Ama yine de anneanne ve dedeye gitmeyi severdik zaten kısmı olarak orda da yaşadığımız için aslında orası da bizim evimizdi ve onlar bize misafir gibi davranmazlardı. Bir de el öpme şeysi vardı ki, ben her zaman öpmemek için arızaya geçerdim ama yine de harçlık verilirdi. Tabi önce çok utanırdım ve almaz kaçardım annemin yanına. Fakat sonra eve geldiğimizde annem babam harçlıklarımı elime verince sevinirdim de. Çocuk aklı işte, gidip yine çikolata şeker, gazoz leblebi külahı almaya koşardık sanki bütün gün yememiş içmemişiz gibi. Ve her zaman iki kardeş alerji olurduk tatlıdan, çikolatadan ve çoğunlukla birimizden biri mutlaka ateşlenirdi.
Ve tabi sonra da iadei ziyaretler başlardı ki buna da bir anlam veremezdik. Çünkü normalde çok sık görüşmediğimiz birinci dereceden akrabalarımız ki özellikle baba tarafını görmeye alışık olmadığımızdan daha dün görüştüğümüz, sıkıcı sosyete havasından ödün vermeden ayakkabılarıyla evimize dalan bu bize yabancı şahıslarla yine vakit geçirmek zorunda olurduk.Ve samimiyetsizliklerini çocuk aklımızla bile anlar da sıkılırdık. Yine saçılan oyuncaklarımızı toplamak,yine dikkatli ve terbiyeli olmak durumundaydık.Yine Anne babayla geçirilecek özel zamanlarımıza (ki ikisi de çalıştıkları için pek doyamazdık onlara) bu insanlar da maydonoz oluyor diye için için hiç hoşlanmazdık.
Sonra, sonra işte bayram biterdi, Her şey normale dönerdi.Bir sonraki bayramı hiç bir zaman heyecanla beklemezdik. Çocukluktan kalma bir alerji olsa gerek ki bu günlerden nefret ederim.

Ne Güzel!!!

Her halükarda beni kefiylendiren....

Her zaman playback yaparak ve elime ilk geçen şeyi mikrofon sayarak eğlendiğim....

Norah Jones...

Nefret Ediyorum!!!

Sürekli mutsuzluklarından bahsedenlerden nefret ediyorum. Bence sokaktaki dilencilerden hiç farkları yok. Hayatta zaten en zor şey mutlu ve huzurlu olmak!!!
Bir zamanlar İstanbul'da bi cafede beraber çalıştığımız bi arkadaş vardı. Sürekli mutsuzdu, sürekli parasızlığından, yalnızlığından, sevgilisinin onu terketmesinden,ailesinden dem vururdu ve hep ağlayacak, sızlanacak bi şeyler bulurdu. İnsanın içini kıyardı. Bir gün dayanamayıp artık benim yanımda böyle davranmamasını ve ağlaklanmayı alışkanlık haline getirdiğini söyledim de bana çok kızdı ve uzuun bir süre küstü tabii. Çok da iyi oldu. Artık benim yanımda mutsuzluk oyunu oynayamıyordu. sanki bizim hayatımız süper ve eksiksizdi de kendimizi suçlu hissetmemizi sağlamaya çalışıyordu lavuk; bi de bizden büyüktü üstelik. Zaten derdimiz bini aşmıştı, ağlamıyoruz diye bizim yerimize de ağlıyordu. Ohh beah dedim kendi kendime niye daha önce yapmadım ben bu işi.
Görüldüğü üzre, bu gece enginlere sığmam taşarım durumundayım. Bu bugün girdiğim kaçıncı posta bilmiyorum. Çoştukça çoşuyorum yahu! Ahahahahahaha...

Duman!!!

Fotoğraf Duman'nın kendi sayfasından


Şu an saatim 23.10; yalnızım; Duman dinliyorum ; kulaklığımı kaybetmişim sesli dinleyemiyorum!!!. Ve acayip içesim var, şöyle kalabalık, pis pis sigara kokan, gözgözü görmeyen, gürültülü bir barda , ayakta boktan bi bira yudumlamak ve sallana sallana rock dinlemek istiyorum. Eskiden bizim gençliğimizde bu sefil şehirde gölge bar vardı, süperdi şimdi her yer saçma mekanlara dönüşmüş, kısırlaşmış.Gidip bizim bakkal kapanmadan iki bira kapiim bari. Sıkıştık yahuu bu amına koduğumun şehrine. Bu şehir evde yalnız başına içki içirtir insana.

Dilenci Gafı!!!!





Dün markete gitmek için caddeye indim. Ama her yer çok kalabalık. Her zamanki gibi dilenci teyzeler de konuşlanmışlar köşe başlarına. Ben tam köşeyi dönerken, ortaokullu oldukları her hallerinden anlaşılan iki şirin kız çocuğu neşeli kahkalar eşliğinde benden önce döndüler caddeye. İşte tam o sırada bizim dilenci " allah çoluğunuzu çocuğunuzu size bağışlasın" diyerek elini açtı çocuklara ama duymadılar kadını, ben dayanamayıp , "bu tutmadı beah teyze "demeden v e ...şşaklı bi kahkaha patlatmadan edemedim de kadın da şaşırdı , böyle bi ablak baktı bana.

Gidin Lan!!!

Yine bir kurban bayramının eşiğindeyiz. Şehirde yaşayan, kravat ve takım elbiselerini giyip, kendi otomobilleriyle işlerine giden, lüks apartmanlarda yaşayıp, jakuzilerde yıkanan, et ihtiyaçları dahil herşeylerini hiper marketlerden satın alan yani kısacası şehirde yaşayan bir güruh ki ben onlara kentli değil de kentin işgalcileri demeyi tercih ediyorum, kurban bayramı dolayısıyla şehre uygun olmayan davranışlar içinde bulunacaklar; Önlerine takacaklar önlüklerini, kimileri de büyük şirketlerin bayiilerine dağıttığı usta tulumlarından edinecek ki üstü başı kan olmasın, alacaklar ellerine bıçakları, sokakları , caddeleri, apartman önlerini, kan içinde bırakacaklar, bazıları kendilerini de doğrarak kana daha da kan karıştıracaklar !!!!
Ahh o gün bu şekil davranan şuursuzları, şehirli olmayı hiç bi zaman beceremeyenleri, ben yaparım olur diye düşünen zihniyeti bozuk kara cahilleri, kurbanlıkları koydukları, açık kasalı kamyonetlere doldurup, bayram bitene kadar götürüp kapalı bir yerde tutmak ve kurbanlıklarını da toplayıp, mezabahaya vermek ne hoş olur.

Uyan artık Uyan!!!!

İlk defa tv'de duyduğumda " hah hah haaa havalarını alırlar, Mor Ve Ötesi hayatta böyle bi şeyi kabul etmez" diye geçirmiştim içimden. Sonra Mor Ve Ötesi'nin teklifi düşündüğünü açıkladı medya. Ben yine büyük bir iyimserlikle "Hah bence dalga geçiyorlar, kabul etmezler" dedim kendi kendime.
Ama bugün aynı medya, grubun teklifi kabul ettiğini duyurdu. Ben yine inanmayıp grubun web sitesi baktım. Evet kabul etmişler.
O zaman bana düşen bu nadide rock grubumuza yine onların bir şarkılarının sözleriyle veda etmektir:


dünya yalan söylüyor (2004)


yardım et

hiçbir şey söyleme, duymam, anlamam
hayat bir mucize, düşer zaman zaman
yardım et ruhum, yardım et bana
sesini ben duydum, çok var hiç duymayan

kimler yalansız ki onlar ağlasın
kimler günahsız ki onlar saklasın
yalandan kim ölmüş, zamandan kim korkmuş
dünya yalan söylüyor

özür bekler gibi kızgın sokaklar
teksas'tan gelen küstah tokatlar
zalimin durduğu yerdeyim şimdi
bu bir karnaval, nerdeyim şimdi?

kimler yalansız ki onlar ağlasın
kimler günahsız ki onlar saklasın
yalandan kim ölmüş, zamandan kim korkmuş
elinde güller varmış, üstün başın kan olmuş

hiçbir şey söyleme, duymam, anlamam
hayat bir bombadır, düşer zaman zaman
tarihin durduğu yerdeyiz şimdi
bu bir karnaval, nerdeyiz şimdi?

kimler yalansız ki onlar ağlasın
kimler günahsız ki onlar saklasın
yalandan kim ölmüş, zamandan kim korkmuş
elinde güller varmış, üstün başın kan olmuş
dünya yalan söylüyor.
Ahan da bu adresleri inanmayanlar burdan şey edebilirler. Ahahahaha

Samimiyet!

Bazılarına kapınızı sonuna kadar açarsınız ki bu benim gibi biri için çok önemlidir. Zira son yıllarda o kapı çoğunlukla kapalıydı güvenlik gereği. Ama bir bakarsınız bu samimiyet ve iyi niyet kapılarınızı açtığınız andan itibaren, bu kapıdan ne samimiyet ne de iyi niyet geçer. Sadece sevgisiz bir takim zatların kişisel egoları, kompleksleri ve mutsuzlukları eşliğinde büyük bir gaz kütlesi geçmeye çalışır. Tabi siz yine de empati kurma yoluyla gördüklerinize, tecrübelediklerinize inanmak istemez ve hep daha anlayışlı olmaya çalışırsınız. Taa ki bu gaz kütlesi şişe şişe sizin o iyi niyet kapılarınızı zorlayıp orda sıkışına kadar. İŞte o zaman içerde kalırsınız, kapıyı da kapatamazsınız, n'apcanızı şarşırmış bir vaziyette daha da sevgi, saygı anlayış gösterirsiniz ki bunların gazı insin ama o sırada bu gaz kütlesi son noktasına varır ve kendi kendine patlar. İşte tam bu sırada kapıyı hemen kapatırsınız ki ben öyle yapıyorum tehlikeden kurtulasınız. Bir daha açmak içinde çoook uzun zamanların geçmesi gerekir. Çünkü artık sevgisizlerin yine hayatınıza sızmasından korkarak çekimser davranılması gerekir.

Benim için samimiyet, bir kişiye ve olaylara karşı hissedilen gerçek duyguların gösterilmesidir. Yani birini sevreseniz seversiniz, onunla bişi paylaşırsanız bu her durumda devam eder, kızdığızda söylersiniz,endişenlediğinde söylersiniz,gücendiğinizde, sevindiğinizde, bi şey hoşunuza gittiğinde söylersiniz.Evinde kalacak kadar samimiyseniz tel numarası her zaman kayıtlıdır. Sadece ihtiyaç olduğunda diil zaman zaman aklınıza gelip ararsınız, hal hatır sorarsınız, kırk yılda bir de olsa beraber bir özel bir şey yapmak için plan yaparsınız. İlişkilerde Küçük hesaplar peşinde koşmazsınız. Evine gittiğinizde küçük ve ucuz da olsa bi hediye sunarsınız o kişiyi düşündüğünüze dair; bir çiçek, bir gofter, bir şişe su bile olabilir.Yani kısaca gerçekten bi şeyler paylaşırsınız. Zira bu tek taraflı olduğunda, biri sadece samimiyetle her şeyini paylaşıp, bölüşürken diğer taraf bu samimiyeti kendi çıkarları için kullanan olur ve zerre anormallik hissetmez ki rahatsız da olsun bu şeyden. İşte en tahammül edilemez olan da bunu farkettiğiniz andır. Samimiyetsizlik ve kullanılmak bir yana üstüne bir de saygısızlık ve laubalilik de eklenir ki allam sen aklımızı koru yakarışlarına da çoktan geçilmiş olunur.

Allahtan gerçekten samimi bi iki arkadaşım kaldı da bu samimiyetsizlik durumuna pek içerlemiyorum Ahahhahah....
Ahh SH özellikle seni kastediyorum. Çok da özledim seni. Ahh keşke daha kısa mesafelerde olsaydık :( Gerçi teknoloji sağolsun, görüşebiliyoruz ama....

Bakın ekşi sözlükte ne güzel entyler girilmiş bu samimiyet için:

"herkesle yaşanamayan, tek taraflı yaşandığında salakmışsın izlenimi yaratan, gülümser duygu..(zelyot, 09.11.2001 15:42)"

"bazı insanlara bol bol verilir, sonra aptal gibi hissedilip pişman olunur...
bazılarına cimri davranılır, zamanı gelir yine pişman olunur...(skybreak, 11.10.2004 19:43)"

"samimiyet aklı başında konuşuyorsa biliniz ki kesinlikle sahtedir. gülüyor ve dans ediyorsa biraz daha az sahtedir. kızıyor ve sinirleniyorsa daha da az sahtedir. ana avrat dümdüz gidiyorsa biliniz ki samimidir. samimi insanlarda en gıcık olduğum şey beni de durmaksızın samimiyete davet etmelidir "*(pele, 22.01.2005 01:16)

"çoğu zaman laubalilik ile karıştırılan durum.(kizil su perisi,"

"iki insan arasında bir bağ kurabilmek için birincil şart.(mariadebonne, 10.05.2005 23:22)"

"her türlü ilişkide aranması gereken ilk olgudur samimiyet.dürütslüğü,güveni ve içtenliği barındırır içinde.samimiyetin tükendiği an mide bulantısının başladığı andır.(papalina, 24.05.2005 02:19)"
Ahan da karikatür de şurdan şey edilmiştir.





You Make Me Real

Demiştim ya yazılarımdan birinde; Ölmek küçükken benim için istemediğim bir ortamdan yok olmaktı, sevimsizlerin, kavga edenlerin yanından kaçmaktı. Büyüdüm ama hala hoşlanmadığım ortamlardan yok oluyorum, sevimsizleri ve sevgisizleri hiç hayatıma girmemiş sayıyorum. İŞte bu yeni yaşamımda da bir alışkanlık mı bir huy mu genetik bir hasar mı neyse bu, sürekli kaçış planı yapıyorum. Hatta öyle ki kıtalararası planlarım bile oluyor. Sonra bu planlar içime sığmıyor O'na anlatıyorum. O da inanıyor bana . Tabi o an ben de inanıyorum kendime. "Haklısın" diyor " bu sefer gideceksin biliyorum" diyor "ama merak etme ben her koşulda sana geleceğim" diyor. Hİç engellemiyor beni. Hak veriyor, anlıyor, empati kuruyor, bana haksızlık yapmak istemiyor. Ama ben hiç gitmek istemiyorum aslında sadece zaman zaman güçsüzleşiyorum.
Ama ben hiç gitmek istemiyorum aslında çünkü:
Benle kaldığı zamanlarda yatakta bıraktığı kokusunu seviyorum;
Sabahları giyinirken bir sağa bir sola yürümesini, çoraplarını sonuna kadar gergin bir şekilde çekmesini seviyorum;
Çat kapı, elinde gofretle ve gözlerindeki heyecan pırıltılarıyla kapıyı çalışını seviyorum;
Tükürük ve gıdıklama savaşlarımızın sonunda hep mızıkçılık yapmama ve yalandan sızlanmama inanmasını ve yenilmesini seviyorum;
Küfür ettiğimde bana kızmasını seviyorum;
Beraber borçlarımızı hesaplarken, kafamdan dört işlem yapamadığım zaman utanıp, kendimi gerçekten aptal hissettiğimde benimle eğlenmesini seviyorum;
TRT3'te gösterilen meclis saatindeki meclis konuşmalarına sinirlenip, başına ağrılar girmesini ve benimle beraber tvdekilere küfretmesini seviyorum;
Hala yıldönümlerimizi, ergenlik ve gençliğimizin binbir saçmalıklarını ve sarhoşluklarını yaşadığımız, ve hala bir avizesi bile değişmeyen, salaş Kıtır'da, bira ve kokoreçle kutlamamızı seviyorum;
Bir iş aldığımda benden daha çok heyecanlanmasını seviyorum;
Beraber bi şeyler yaparken her zaman heyecandan şapşallaşıp, genellikle sinema seaslarını karıştırmamızı, aldığımız bileti unutmamızı, gideceğimiz yeri bulamamızı, otoparkta arabayı kaybetmemizi, çıkışları her zaman karıştırmamızı ve hep otoparktaki güvenlikle ilgilenen arkadaşları huzursuz etmemizi... ve" sen daha çok şapşalsın" , "hayır sen daha çok..." diye birbirimizle alay etmemizi seviyorum;
Hiç konuşmayan bir adam olmasına rağmen her zaman benimle her şeyi paylaşmasını seviyorum;
Birimizden biri hasta olduğunda paniklemelerimizi, ne yapacağımızı şaşırmamızı seviyorum;
Birbirimizin üzülmesine dayanamamamızı seviyorum;
................................

Seviyorum işte ulen.
Dertlerini, güçsüzlüklerini, dertsizliğini, güçlülüğünü her şeyini....

Seviyorum işte;
En çok da gerçekliğini, maskesizliğini, samimiyetini...

Hiç bu kadar seviyorum seni Ulen dememiş, hiç bu kadar arabesk olmamıştım dimi. Dedik yaa seviyoruz !!!
Ve son süprizim tabiki kendimi bu itirafla aleme neşrederek alay edilmeyi göze almam diildir. Sonuncusu sana yıllar önce bir doğum gününde gönderdiğim, sözlerini sözde puzzle yapıcam die parça pinçik ettiğim kağıtlara yazdığım ve bir cd'ye de kaydettiğim şarkıyı burdan bir kez daha senin için neşretmemdir sevgilim.

Çooook Yorgunum!

Hemen aklıma Cem Karaca'nın Şarkısı geldi. İçimden onu mırıldanıyorum o şu an!
"Çok yorgunum beni bekleme kaptan..."
Evet çok yorgunum. Hiç bişi yapamamanın, hep zihnimde biriktirdiğim planların yorgunuyum.
Söyleyecek çok sözüm var ama yorgunum, onları da zihnime hapsettim. Kurtulmalıyım bu yorgunluktan. sürekli kış uykusundaki bir ayı gibiyim. Bir türlü bahar gelmiyor. Çok sıkıldım, her yerim uyuştu, hissetmiyorum.
Belki de bi İstanbul yapmalıyım. Belki orda SH bana biraz gaz verebilir ve ben de yavaştan uykumdan uyanırım. Hımmm evet evet gitmeliyim belki bu hafta sonu. Bak işte hafta sonunu orda geçirme fikri moralimi düzeltti biraz. :))

Küçük Gün Işığım!




Hiç bir fikrim yoktu bu filmi alıken. Çoğunlukla festivallerde oynayan filmleri seçerim. Ve bu da onlardan biriydi. Alıp getirdim eve ve seyreylemeye başladık. İlk on dakka biraz sıkıcı geldi ama sonra ilerledikçe çok beğendik. Hele sonunda çok eğlendik. Ben gülmekten kendimi alamazken bir yandan da çok güzelmiş yahu diyordum içimden. Her biri ayrı ilginçlikteki aile bireyleri, samimiyet ve ağır da bir eleştiri var filmde. Çok eğlenceli, bir film. Daha düzgün cümleler kuramayacağım. ama buyrun burdan bilgilenin.
Ama mutlaka izlenilesi bir film.Benden söylemesii....

Bir Pazartesi daha!!!!

Bugün güne yine erken başladım. Saat 07.00 da hortladım. Hastalıktan da kutruldum ya hiç yatasım yok. Hemen deli döt moduna geçtim yine .
Yok matbayı ara, fiyat al, Bizim grafiker A'yı ara akıl al,Tasarımı tamamla,Öyle böyle derken öğle oldu. Napsam dedim. Canım çok sıkılıyor. Yaratıcılığım dibe vurmuş, mutsuzum, annemi, kardeşimi özlemişim, sevgilime de üzülüyorum çoğunlukla; ağır çalışma şartlarından dolayı onu kurtarmak istiyorum bu hayattan ama bi türlü ben de dötü toparlayamamışım........ falan filan işte. Hayatta başarısızım kısacası. Bunu da hatırlayınca iyice çökkün oldum. Amaaann, Gidiiiiim de ben bizim Fatma Girik'e uğrayayım, zira iki hafta sonudur pek görüşemedik dedim . Aldım onu çıktık yemeğe. Öyle eğlendik ki gene sormayın. Bu bizimkiyle yalnız olunca çok eğleniyoruz. Çok dikkat ediyor etrafına, herkese bi kulp takıyor ama çok komik kulplar. Sonra ben küfür ediyorum sağa sola o da benle ediyor. Kızıp duruyoruz etrafımızdaki ayılara, saygısızlara, kırmızıda durmayan sürücülere,... Yani iki kişilik bir çete oluyoruz beraberken ahahahha.....Sürekli gülüp dalga geçip, küfrediyoruz. Bi de ben bizimkine yeni küfürler öğrettim. Ahahahahah çok fena yani.... Neyse işte biraz rahatladık ikimiz de. Bir iki saatliğine de olsa boşverdik hayata. Bi ara da ÖB'yi aradık "bak biz çok eğleniyoruz sen n'apıyorsun "diye de, o sırada biraz oyunbozanlık yaptı bizimki, nedense ÖB'nin yanında uzaklaşıyor benden, küçük bir kız çocuğu gibi şımarıyor ve beni halkanın dışına atıyor. Ama bugün keyfimiz yerine geldi küçük çete eylemlerimiz sayesinde. Bakalım yarını ne kurtaracak. Ahahahahah

Ben hastayken!!!

Günlerdir(yani iki gündür) midemdeki her şeyi çıkarıp, halsiz bi şekilde bel ve diz ağrılarımdan kendi kendime ağlayarak kurtulmaya çalışırken ve gündüzleri anne annecim diye sayıklarken, Fedakar sevgilimin onca sorumluluğu ve stressli işinin arasında bana getirdiği vitaminler ve hissettirdiği sevgisiyle ilk defa bugün midemde bir açlık ve yeme hissiyle uyandım. Halsizim ve hala hastayım tabii ama en azından artık yediklerim olması gereken yerden çıkmak istemiyorlar. Bundan dolayı da artık pc'yi açabiliyorum, tv seyredebiliyorum, dergileri karıştırabiliyorum ve hatta bugün Fatma Girik'e bile uğradım. Tabi bu kımıltısız yattığım günler boyunca, sürekli kendime acımakla geçirdim. Allam ölmek istiyorum dedim.Evet dedim!! İtiraf ediyorum. Ama nasıl yahu, çocukluğumda çözemediğim bi şeydi bu ölmek. Çocukken benim için yok olmaktı; bi daha görünmemekti bu kavram ve çok kere istemişimdir bunu en azından bulunduğum ortamlardan birdenbire kaybolmayı.Gerçi şimdi büyüdüm ve kelimenin tam anlamıyla doğru bi tespit yapmış olduğumun farkına vardım. Galiba yine yok olmak istedim için için. O kadar enerjisizdim ki, o anki acizliğiminden ve yalnızlığımdan ve pek tabi ki kafamda kurup kurup kendi kendime geliştirdiğim düşüncelerimden dolayı iyice dellenmiştim.Sonra aklıma başka bi şey geldi Ah keşke dedim: Biraz takatim olsa da yok olmazdan önce başka şeyleri yok etsem; şunları yapabilsem:
Avazım çıktığı kadar bağıra bağıra ağlayabilsem, Küfürlerim taaa 7.cd'den duyulabilse. Sonra kalksam odadaki gardrobu devirebilsem , mutfağa geçsem buzdolabını tekmelesem ve onu da devirebilsem, fırını camı açmadan dışarı fırlatsam,bir kol hareketiyle mutfak rafındaki her şeyi alaşağı etsem; salona gelsem, kitaplığı bi tekmeyle yere sersem sonra tv'ye de aynı işi yapsam sonra pc'nin nuh peygamberden kalma mönütörünü yine camı açmadan onu da fırlatsam dışarı. Sonra sinirimi alamasam da o mor yataş koltukları parça pinçik edene kadar deşsem ki bunu bi arkadaş yapmıştı ve çok rahatladığını söylemişti. Sonra duvarlara salçayla , evdeki plastik duvar boyasıyla resimler yapsam, öyle doğaçlama şeyler. Sonra yine bu koltuk takımının pufunu trambolin olarak kullansam da , üstünde zıplaya zıplaya evdeki bütün ampul kordonlarına asılsam bakalım hangisi en çok dayanıcak bana diye test etsem.... diye diye düşünürken tabi hasta insan düşünmekten de yoruldum . Yani aklımda kalanlar bunlar hastalık sonrası. Tabi bütün bunların sonunda ÖB bana geldiğinde bütün bunları görüp de hepsini benim yaptığıma inanır mıydı diye de aklımdan geçirmedim diil. Ama inanırdı herhal. Beni en iyi tanıyan kişi olarak.:) Ama şöyle bir diyolog da geçebilirdi aramızda; "ee bayağıı rahatlamışsın bana bişi bırakmamışsın hem de ikimizin evinde! Ben nasıl rahatlıcam şimdi." Ben de derdim ki " ama hayatım hasta olan benim, ama illa ki ben de bişiler yapcam ben daha çok stresliyim diyosan sen de sana heykel şeysi için aldığımız tokmakla banyoyu parçala daha olmadı evin duvarlarına dal, nasıl olsa depoziti peşin peşin verdik !!!" Ahahahahahaah......
Ohhh gerçekten de yazınca şimdi, yapmış kadar oldum. Ehh işte bi hastalık insanın kafasını da ne kadar hasta ediyor. Ya da hareketsizlikten ne düşüneceğimi şaşırdım sanki daha önce hiç hasta olmamışım gibi. Fakat bu seferki gerçekten ağırdı, ben hasta olduğumu bile anlamamışken, hiç belirtisiz önce klozete sonra yatağa çivilenmiştim ve zaten duygusal bir mahluka dönüşmüş bir durumdayken iyice hassaslaşmıştım bu hastalıkla. Ama yine de ÖB'ye hiççç naz niyaz yapmadım. Zaten biraz anlasaydım o işlerden hayatım çooooook daha kolay olurdu. Ahh ahhh ...!!!!!Neyse artık bitireyim zira enerjim bitti bitecek, baş ağrısı ve bi terleme aldı beni. Galiba kaç gündür aklımdan geçenleri bi çırpıda paylaşınca yoruldu bünye. Hadi ben kaçtım, daha iyi oluca yine gelicem buralara.

Yılbaşı Geyikleri!!!

Geliyor ya yılbaşı. Millet şimdiden başladı plana programa. Ulan yıllardır anlamadım ben bu işi. Neyi kutluyoz ki! Hayır yani zıçana kadar iç, hayatta hiç bi zaman aynı anda yemeyeceğin ne varsa kusana kadar ye sonra da saatler 12'yi vurduğunda en sevmediğin adamı bile sarılııp öp, yapmadığın saçmalık kalmasın, sonra bunun adı kutlama olsun. Bu olsa olsa bir toplumun nası cinnet geçiririm, ...mı dötü nası dağıtırım da bi rahatlarım olayından başka bişi diildir. Eee salak insanoğlu ne bekliyon yılbaşını dağıt dağıtcaksan nedir yani bu aşırılanma. Hayır inançların doğrultusunda kutsal bir bayram kutluyorsan ona bi diiicemiz yok( Gerçi kutsal bayramları kutlama yolları da başka bu dumur yazısı şey etmeye gerektirir o da ayrı tabii).
Şimiden uyarıiiim ben . Kimse bana yılbaşında napcanız die sormasın. Çünkü fena cevaplarla karşılaşabilirler.Ahaahahahaahah

Mutluluk!!!

Mutluluk; Uzun zamandır geçirdiğim en güzel hafta sonu; Sevgiliyle uyanış, dışarda simit peynir, eve dönüş, wc de gaste okuma yarışı, sonra yine acıkan mideleri doldurmak için salaş bi yerde bi şeyler yiyiş ki öğrencilikten kalma bi histir kendisi ve her zaman en çok hoşlandığım olaydır. Sinema maceramız; her zamanki gibi şanssızlık sonucu istediğimiz filmi seyredemeyişimiz ama olsun onun yerine sıcak bi yerde damla sakızlı nargile eşliğinde uzun süredir yapılmamış, sanat sohbetleri, biraz beyin fırtınası, yeni projeler üretmeler , heyecanlanmalar ve yapacakmışız gibi planlar, programlar, şakalar komiklikler...
Mutluluk; Tıpkı başka şehirlerde yaşarken buluştuğumuz zamanlardaki gibi sadece biz ve sonsuz memnuniyet eşliğinde birbirimize ayırdığımız muhteşem vakitler.Çok özlemişiz birbirimizi, oysa ki o kadar yakınken ne kadar da uzaklaştırmış koşullarımız bizi birbirimize.
Mutluluk; ne kadar basit halbuki.
Cumartesi günü hiç bitmesin istedik ama hızla terketti bizi. Elimize yirmi dört saatlik kesintisiz paylaşım sonucunda oluşan mutluluk kaldı. Sünger Bob ve Patrick kadar şendik. Daha ne olsun Aahahahah...
Bakalım bu optimist tavırlar nereye kadar sökecek şu sefil hayatımızda ahahahahhahahh.....!!!!!

Felekten bir gün!!!

Bizim en özel anlarımızda fotoğraf çekmeye ve çektirmeye bayılan dostumuz ; fotoğrafta da görüldüğü üzre ( kendisi deşifre olmaktan pek hoşlanmadığı için kendisini sansürlemiş olsam da) işte bizim zü böyle fotoğraflar çeker, çektirir ve bizim unuttuğumuz bir zamanda mail kutumuza atıverir.İŞte bu da bugün mail kutumda bulduğum ve gülmekten katıldığım bir fotoğraf.
Zira bizim Namazında Niyazında Fatma Girik'in bizzat tarafımızdan yoldan çıkarılışının resmidir. Felekten bir gece çaldığımız gün. Gerçekten de canımız sıkkın, problemlerle boğuşurken, kendimizi biraya ve balığa vermişken, bizim Fatma Girik de öyle özendi ki iştahla içtiğimiz biraya ve sigaraya, neden içtiğimizden habersiz; o da katıldı bize ve neşelendirdi bizi. SAol FAtma Girik! Hayır Kendisi bir görse eminim "hayır bu ben diilim" der.AHahahaah........ASlında ben de çok özel şeyleri burada şey etmek istemem ama. BU çok komikti. Eminim bizi daha yakından tanıyanlar daha da fazla eğleneceklerdir bu foto karşısında .Aahahaah....!!!!:)))
Ahh Fatma girik Ahh, Ben senin hayatına bi beş sene önce girseydim, Sıkı bir rocker da olmuştun. Ahahahaa.......

Yüzünü Dökme Kücük Kız

Ahh dostlar. Bu aralar çok duygusal bir şey oldum çıktım. İnsan yaşadıklarını biriktirdikçe böyle oluyor herhal! Bugün de 1995 yılında doğum günümde aldığım bi hediye geçti elime. CA ve MKH o kayseri(erciyes Uni.) yıllarında beni neşelendirmek için bir grup perişan kitabı almışlar bana. Bir ön kapağına bir de arka kapağına birer komik doğum günü kartı iliştirmişler. Şimdi bayram diil seyran diil nerden çıktı bu dimi. En son İzmir'e gittiğimde kitaplığımdan alıp getirmiştim.Şimdi de elime geliverdi işte. O günler geldi aklıma.Bu aralar eskileri çok karıştırıyorum. Gençlik başımda duman hallerimi özledim. Artık bütün dostlarım; hepimiz bir yerde, başka hayatlar içinde debelenip duruyoruz. Derken pc yi açtım ve tesadüfen bu şarkı çalmaya başladı. Çok severim önceleri çok dinlerdim.Şimdi bu da üstüne bindi. Durumum yaman yani.Duygu seli içindeyim.Zaten sezen'i de çok severim. Youtube'da bunu buldum bunu koydum. En azından sezen var burda diğer videolar da kitsch acayiplikle doluydu.Ahahaha...!!!!

Murphy Değişmezi: Dünyadaki nüfus sürekli artar ama toplam zeka sabit kalır.

Hayatımıza murphy kanunları eşliğinde devam ediyoruz.Ahahahah.... Şöyle ki; Günlerden perşembe, güzel bir gün çünkü her şey olağan hatta ben bi iş almışım çekime gidicem. Önce bizim FatmaGirik'e uğradım her şey orda da normal, sonra işime gittim. EE bir murphy kanunu daha;"iyi başlayan herşey kötü biter. Kötü başlayan herşey daha da kötü biter." Benden bir saat sonra da ÖB uğramış Fatma Girik'e , Uğramış da bir de ne görsün, Fatma Girik'i yanlız bıraktığımız iki saat içinde iki uyanık satıcı eve gelip bizimkine 270 ytl lik bi şeyler satıp gitmişler. ÖB hemen , aramış, özel durumumuzu anlatmış, karşıdaki kadın "rapor var mı kardeşim " demiş tabi Bizim ÖB de zaten sinirli, olan olmuş. Sonra benim haberim oldu olanlardan. Bi de ben aradım. Benimle de bir adam konuştu. Önce sakin sakin insani cümleler kurarak durumu anlatmaya çalıştım, lakin karşıdaki cahil, şark kurnazı kişi benimle mahalle kavgasına girşince ben de tabii geri durmadım, birden saçma bir diyologda buldum kendimi. Dedim ki" sen ne cüretle bu ithamlarda falan bulunuyorsu, cahil misin adam sen!!...adın ne senin, ...... soyadın yok mu... yarın 12.00 ye kadar arayın , bu işi de çözün" Ama tabi arayan olmadı. Ben bi kaç kere daha aradım ama o konuştuğum sahışla hiç konuşamadım. Belki de öyle biri de yok. Napalım diye uykularımız kaçarken, yani hayatımızda bir bu cahil, kapkaççılara para kaptırmak eksikmiş o da oldu allam aklımızı koru derken aklıma tüketici hakları derneğine gitmek geldi.Ertesi gün gittim tabii; Orda öğrendim ki, kapıdan yapılan satışlarda bir hafta içinde ihtarname gönderirsek, bu malları iade hakkımız oluyormuş. Şimdi öyle yapıcaz. Bakalım neler olacak. Hayır para mühim diil de insanı hem yalancı hem enayi yerine koymaları ve bunu sanki bu hayattaki görevleri gibi yapmaları ve uzlaşmadan uzak ve ne kaktırırsam kardır zihniyetiyle üstüne de para kazanmaları insanın aklını alıyor . Haa bu arada Ankara'da kapınıza Fan set medikal ürünleri satan satıcılar gelirse siz de bunlara maruz kalabilirsiniz.Eğer başınıza böyle bir şey gelirse dolaylı olarak bile olsa, Bir hafta içinde iade hakkınız var! Dikkat ediniz !!! Haahahahah bu yazı da arena tadında oldu.
Haa bir de tüketici hakları derneğindeki dumur diyolaglar var tabii. Onlar da başka bir sefere.Yani gerçekten "Murphy değişmezi: Dünyadaki nüfus sürekli artar ama toplam zeka sabit kalır."

Keşke!!!

Yaa Keşke!!! Ahhaahahahah....!!!
Ben de son zamanlarda kendi kendime konuşurken buluyorum kendimi. Hayır aslında eskiden de böyle bir huyum vardı. Hatta bi keresinde İstanbul'dayken ev arkadaşım SH beni odamda kendi kendimle salak malak diyerek kavga ederken bulmuştu da, hala o gün bu gündür dalgasını geçer benimle. Ahhahahahah....
İşte bu hastalık tekrar nüksetti . Garip aslında yazma huyum da var . Evim parça pinçik küçük not defterlerine doldurulmuş kusmuklardan geçilmiyor. Lakin hızımı alamıyorum bu aralar. Özellikle haksızlığa ve bunun karşısında yaptıklarımın kifayetsiz kalışına içerliyorum. Ondan herhal bu konuşma huyu sardı beni. Sokakta da yapmaya başladım. Kendi kendime replikler okuyorum. Bi de o an kafamda muhatap olduğum kişinin cevaplarını da seslendiriyorum Ahahahaah.....
Yani tek kişilik trajik gerçek bi oyun oynuyorum. Ahahahah . Bakalım sonum ne olacak ahahah.....
Ve hatta daha komik olan da bu konuşma esnasında çok sinirlenip,sinir ağlamaları yaşıyorum ve geçen gün de önüme gelen şeyleri falan tekmelerken buldum kendimi. Bi de bunu bizim sokağın köşedeki çiçekçinin orda yaptığımı bana bakan iki çift gözü farkedince anladım. Bu çiçekçi de bizim yüzümüzden bu mahalleyi her an tek edebilir walla. Çünkü sürekli tuhaf şeylerimize tanık oluyorlar. Bi de ara sıra çiçek alıyoruz fatma girikle ordan. Ben de "indir biraz bak biz komşuyuz " diyorum. Adamlar da"biliyoruz biliyoruz, tanıyoruz sizi, siz beş verin yeter" diyorlar.Bir güler misim ağlar mısın durumu daha işte ahahahah....

Zoomorphic Calligraphy !!!

şu blogdan şey edilmiştir

Güler misin ağlar mısın(?)!!!!

Cuma akşamı evde kalmamışım. Hafta sonunda bi tek Cumartesi akşamı buluşmuşuz sevdiceğimle ve o akşam evime gitmişim. Her şey olağan, mutluyum bile ahahahah.. Pazar sabahı acıkınca uyanmışız ve uzuuuun süredir ilk defa başbaşa bi kahvaltı olayına girmek için koyulmuşuz yola. Ben salağı, çok işgüzar olduğumdan , pazar pazar posta kutusuna bakmışım, niyeyse bok var cıkcıkcık. Birden kutudan elime resmi bi yerden geldiği o iğrenç sarı zarfından anlaşılan mektup geldi. açtığımda şu yandaki dilekçeyle karşılaştım. Burda annemin öldüğünden emin olan ve bunun için benden şahit isteyen belediyenin yazısı vardı. Nasıl ya dedim. Burda ikamet bile etmeyen bi insanı nasıl ölü sayarlar. Allaalla dedim. Sonra bu nasıl bir yöntemdir ki bu sonuca varabilmişler yine alla alla dedim. Moralim düştü tabi. Şu pazar günü ağız tadıyla bi kahvaltı yapıcaktık ama sürekli bu salak şeye sinirlenerek geçirdik günümüzü. Hatta bizi öyle bir paranoya ya soktular ki hemen annemi aradım oysa ki daha akşam msn den konuşmuştuk. Alllam yaa insanın aklını alır bu aptallar. Sonra kendimi rahatlattım . Yani dedim bu da ancak benim başıma gelebilirdi.yani çölde olsam kutup ayısı ziker beni, Anneannemin bir lafı vardır herkesin.... neyse yaa bu da şimdi çok edepsiz kaçar.
Şimdi ben bu belediyeye manevi tazminat davası açsam yeri midir diil midir??? Kaç gündür bu yazıyı okudukça delleniyorum.
En sonunda annem aradı dedi ki "çocuğum git belediye'ye bu işi hallet, sonra ölü sayarlar da maaşımı keserler" dedi. Ben de bunun üzerine aradım. Dedim böle böle; siz burda ikamet bile etmeyen bir kişiyi ölü saymışsınız. Karşıdaki memur gayet sakin, " o zaman anneniz en yakın nüfus müd. lüğüne gidip kaydının açtırsın kapalı görünüyordur dedi" ve kapattı.
İşte bir de başımıza adrese bağlı şey çıktı. Milletin hiç kaydı yokken, gerine gerine yaşarken, benim hiç bir zaman illegal olmamış memur annemin ve benim başımıza gelenlere bakın siz . Puhahahahahah.........
Gidicem buralardan valla cıkcıkcık...... Başka bi kıtaya, başka bi dünyaya ne bilim işte.... Sanırım bi kaç aptalı millete karıştırmışlar ve bu bulaşıcı hastalık bütünü hasta etmiş. Belki de bize de çoktan bulaştı.
Şimdi sırada; askere çağrılmayı bekliyorum. O da olmadı, belki de benden iki tane vardır ve bi tanem çoktan ölmüştür de bana da yazı gelir, "siz ölüsünüz , canlı taklidi yapmayınız, iki şahitle kurumumuza geliniz, bi daha da sizi hayatta görmiyelim "ahahahaha......Yani artık burda başıma ne gelse olağan sayıcam böyle.....

Aptallık!!!!

"stultum facit fortuna, quem vult perdere"
"yazgı, mahvetmek istediği kişiyi aptal yapar"(abraksas, 22.10.2001 17:12)


"zeka özüründen daha kötü bir durum olabilir. aptal kişi normal yaşamın akışında rol alması beklenen, ama buna kapasitesi yetmeyen insandır çünkü. düşünme yavaştır, anlama kıttır, uygulama zordur, ilahi bir güç tarafından sağlam çivilerle küçük beyninine dogmalar çakılmıştır aptal insanın ve bunlar ile sosyal yaşamda çabalar.

ama en kötü özelliği bulaşıcı olmasıdır. aids, hepatit hepsi hikaye, dünyanın en büyük sorunudur aptallık. en zeki insan bile aptalların yanında yaşamaya alışırsa aptallaşır, ve çocuk yapmaktan çekinmez, çocuklarını da aptal gibi yetiştirir. bu öyle bir çoğalma ve bulaşma özelliğidir ki, 100 kişilik bir popülasyona 5 tane aptal koysanız 5 jenerasyon sonra nüfusun %90'ı aptal olur..."(tamath, 15.12.2004 14:25)


"bazen de verilen her soze, edilen her yemine tekrar tekrar inanip, heveslenmektir.(lucretia,"


"üç alameti vardır*
1) sorumsuzluk
2) bir şeyi "neee? nieeee? eeeee? nieeee? ee nocak şimdiii?" diyerek 100 kere anlattırmak
3) ağzından cıkan lafın nereye gittiğini bilmemek.(elmalikek, 19.05.2006 23:35)"

"ortaya çıkan olumsuz sonucun sebebi olduğunun farkına varmamaktır aptallık.. hatta uzun süre başka yerlerde arayıp arayıp bulamamak, başının dikine gidip de kalıpların dışına çıkamamak sonucu karanlıktan başka bir şey görememektir..
ancak kafasını kaldırıp da gerçeği gördüğünde aptalın aptallığı çoktan tescillenmiş olacağından artık bir şey değişmeyecektir.. hatta elinde bir çok ipucu vs. olsa bile..(paradoxical, 03.11.2007
05:42)"
ekşi sözlük

"Eğer hiç aptal görmek istemiyorsanız, gözlüklerinizi kırın. Rebelais"
viki

"Yazan : Verşan Gür


Kızdığım aptallık yapılması değil. Yaşamın doğası gereğidir aptallık yapmak. Tekrar edilen aptallıklardır beni kızdıran. Bir kaç defa da sorun değil; defalarca yinelenmesi sinir bozucu olan....
Aslında aptallık -ki bunun yerine "hata" sözcüğünü kullanırsak da hiç bir şey değişmez- sonucunda ders alınmasını bekleriz yapan kişi tarafından. Benzer şartlarda aynısını yapar oysa. Kişinin akıllı davranışları zaman içinde değişiklik gösterebilir, kimi zaman aynı zekice performansı çeşitli sebeplere bağlı olarak gösteremeyebilir, bunu bilinçli yapmış da olabilir. Ama aptalca davranışlar değişmez. Şaşmaz bir disiplin içerisinde ısrarla aynı tutarlı tavır sergilenir.
Aptallıkları kabaca iki ana kategoriye ayırmayı denemeliyiz şimdi: arızi aptallıklar, kronik aptallıklar..."

link


Bu yorumlar hep aptal şahıslar içindir. Bir de karşı koyamadığımız aptal durumlar vardır ki aslında özünde aynı şeydir çünkü o aptal durumları da aptallar yaratırlar. Yani ihale dönüp dolaşıp yine aptallara kalır. Bir sürü aptalla yaşamak da bu aptallıklara maruz kalmak demektir. En sinir bozucu olan da aptallar gerçekten de aptal olduklarını bilmedikleri için bu aptal durumlara sebep olduklarını da bir türlü kavrayamazlar ve etrafta bunların sorumlusunu ve suçlayacak şahıslar arar dururlar.
Ben de şu an şu küçücük notu yazarken tam dokuz kere aptal kelimesini kullanmışım.Tanrı kırk kere söylemekten korusun beni . Zira bende de aptallık potansiyeli de yok diill Ahahahah... Şimdi diyceksiniz ki bi aptal kendinde aptal olma potansiyeli olduğunun nası farkında olur(?) EE bu aptallığın da çeşitleri, dereceleri vardır herhal dimi Ahahahahaha....!!!!

Israr ediyorum; Sarhoşluk Güzel şey Canımmm!!!!

Ohhhh! Öyle şarhoşum ki. O şu an tv de Bebo diye bi site tanıtılıyor. ÖB bugün benim misafirim ama yazik ki ben de çooook sarhoşum ve o da bende kaldığı zaman yaptığı şeyi yapıyor; gri pijama takımını geçirmiş üstüne mor koltukta horluyor. Bu aralar ben de ucuz şaraba sarmış durumdayım. reklam olsun ....mına koyim dikmen 1 lt 12.50ytl. tam bir kişilik. Çok kıyak oluyor insan ahahahahaah...!!! MKH bana iki tane ayak ve bir flaş vercek çin malı Ahahahaha..... İŞimi gücümü kurim die. Bugün turkçenin de ..mına koyabilirim malum mazeretim var sarhoşum. Hep şöyle 2. kadehin hoşluğunda kalsa insan!! Ama insanoğlu daha da içmek istiyor. Maddi zorluklarımızın da aştık sayılır hem de iki başımıza yani kısmen. Şimdi iş bana düşüyor. Biraz gayret etmem lazım. İçmekle olmaz tabe Ahahahahah!!!! Kurmak lazım işi gücü ne bok yapcaksam hemen yapmam lazım. Şu iki yıl önce yaşadığım korkunçluklardan kaçmamak için evde hiç bişi kurulu diilken karanlık odamı kurup burda kalmayı başardığım zamanki gibi. Bişi kurmam lazım. Sanırım kurucam. O şu an gitmek istemiyorum belki bu kışı da beklemem lazım. Baktım aynı tas aynı hamam ki hamamlardan nefret ederim, yaz başı artık zorlamiim . burdan bi bok olmaz, sevdiceğimle de eskiden olduğu gibi takılalım, yalnız sevdiceğimden vazgeçmiyorum dimi ? Efet geçmiyorum ahahahah!!! ben de işime gücüme , kendi yaşamıma bakiim amına koyimmmm.. Bu arada ekşi sözlükte amine koyimm die konuşan kızlar entylerini okudum çok eğlendim amına koyiim. Ahahahaaha... Neyse anlaşıldığı üzre ben artık çıkiim ama eskisi gibi sıkıntılı kusmuğa bulamayorum blogumu bu da bir gelişme dimi ama ahahaha...!!!! Aha da burası da şu fotoğrafı aldığım site

Yağmur!


Öyle güzel yağmur yağıyor ki!!! Çıkarmışım kafamı pencereden, bi de cigara yakmışım, hava öyle çok soğuk da değil. Tam yürümelik hava.
Komşum, sevgilim, kahramanım ÖB'nin ışıkları sönmüş; belli ki yatmış. Halbuki hava ne güzel. Biraz yol almak, biraz ıslanmak sonra da sıcak bi yerde bi bira patlatmak ve eve dönmek ne güzel olurdu. Aslında 'ye kadar yürüyüp onda bi bira patlatabilirim. Hımmm iyi fikir. Hayata dönüyorum galiba. Baksanıza artık bu bok şehrinde bile canım bira çekmeye başladı. Ahhahahahah......



Shantel DISKO PARTIZANI

son zamanlarda bloguma şey etmek için en çok uğraştığım şey.Ama çok eğlenceli ve ben bunu blogumda görmeliydim. İnat ettim ve işte karşınızda yılın video klibi daha doğrusu benim ahahah!!!!

Kürk Mantolu Madonna!!!

Her zaman adının evimizde anıldığı kişi; Sabahattin Ali. Öyle ki uzun süre annemin bi akrabası sandığım zamanlar olmuştur. Hatta biz çocukken bi yerde adı geçtiğinde hemen anneme seslenip "anne senin adamdan bahsediyorlar" dediğim zat-ı Muhterem. Bu sıralar ben de bu uzaktan akraba sanıp yakınlık duyduğum adamla ilgilenmeye başladım. Hayır aslında kendisini çok iyi tanıyorum ama hiç bi tane bile kitabını okumadığımı farkettim. Evdeki kitaplarından birini elime aldım. "Kürk Mantolu Madonna"yı. Daha bitirmiş değilim. Şu an Raif'le Maria Puder'in ilişkisinin tam ortasındayım. Fakat bu romanda bahsedilen ressam ve onun ünlü eserinin gerçekten olup olmadığını merak ederek, her zamanki paranoyayla kutsal bilgi kaynağım internete başvurdum ve gerçekten Andreas Del Sarto isimli ressamın "madonna Delle Arpie" isimli tablosunu buldum ve hatta bu kitap ve bu ressamla ilgili nette bi dünya yorumla karşılaştım. Ve kendi kendime "ne kadar da ahmağım yahu ben " demeden edemedim.

Boyoz!!!

Karnım nasıl aç kahvaltı etmemişim, saat olmuş 13.45 ve cebimdeki son paraya da bizim Fatma Girik için diet kola ve tavuk döner almışım. Kalmış bana 1 lira 65 kuruş. Tek tesellim bankamatikten para çekmek ama şanssız bedevi rolü üstüme yapışmış bi kere.3 tane matik var ve üçü de bozuk!!! N'apim n'apimm derken şu balıkçının yanındaki yerden bi simit bi karper aliimm evde bi kave koyarım yanına dedim. İçeri girerken "İzmir boyozu vardır "diye bi yazı gördüm. Alla alla dedim. Hemen sordum satıcıya "Hani boyoz" "işte abla " dedi, "kaç para" dedim, "1 ytl" dedi. "ver bi tane , bi tane de simit ver , bakalım yapabilmiş misiniz" dedim. "ustası İzmir'den geldi apla " dedi, "oo o zaman iyidir, ama bakıcaz " dedim. Eve geldim, kahvenin suyunu falan bekleyemedim. Hemen boyoza daldım. Hakikaten de aynı bizim okulun kantininde tanıştığım ve bazı sabahlar beni okula gitmeye motive eden çay ve boyoz ikilisinin boyozu şu an götü boklu ankara'da, şu sefil günümde açlıktan sinir tepeme gelmişken karşımdaydı. Sevinç ve hüzün karmaşası içnde afiyetle yedim boyozumu. Artık sabahları boyoz olayı süper olur, aynı İzmir'deki gibi. Günü de ufak bir boyozla sevimli hale getirdik yaa daha ne diiim . Ahahahahaha!!!!

Şeyi şey ettim!!!

Aslında bu blog olayına girerken başka şeyler vardı kafamda. Aslında şey istemiştim; hani millet tesadüfen benim sayfama rastlarsa, burda eğlensin, acayip şeylerden haberi olsun, komikliklerle dolsun istemiştim. Lakin zamanla blog benim kişisel kusmuklarımla dolmaya başladı. Bütün mutsuzluğum, hayal kırıklıklarım, bana biçilen rollerin ağırlığıyla, onlardan sıyrılamayışımın verdiği huzurluğum kişiliğimi parçaladı. Artık ben , herkesten nefret eden, durumumun sorumlularını arayan kötü bir karakter oldum.
Ama biraz değişiklik istiyorum artık. Bundan sonra ne günlüklerimi ne de bloğumu elimden geldiğince olumsuz şeylerle doldurmamaya gayret edeceğim. Kusmuklarımın hepsini sorumluların suratına bizzat kusacağım ve hatta dolaylı değil direkt yapacağım, hakedene hakettiği gibi davranacağım. Varsın etrafımdaki herkes de beni sevmesin canıım. Ne çıkar bundan!! Ahahahahah.... Hatta mümkünse hayatları boyunca bana sempati bile duymasınlar!!! Ahahahaha:)) VE hatta ve hatta benim Adım içlerinde bir ürperti, bir rahatsızlık, bir korku yaratsın da cesaretleri kırılsın, bana 30km den fazla yaklaşamasınlar, eğer böyle bir gaflete düşerlerse de o anda ağzımdan çıkan alevlerle kaşlarını, saçlarını, burun deliklerindeki kılları tütsülediğimde şaşkınlıktan akıllarını kaybetsinler de akıl hastanesinde kilitli kapılar ardında kalsınlar . Ahahahahahaah.......
illustrasyon

Yine Kürkçü Dükkanındayım!!!!

Ama olsun dört günlüğüne diye gidip dokuz kaldım. Bu yüzden dönüşüme üzülmedim ama annemden ayrılmak biraz tuhaf oldu. Şöyle ki efendim; Bendeniz içine girdiğim ortamlara öyle bir uyum sağlıyorum ki, tıpkı bir bukalemun gibiyim desem abartmış olmam. Önce bir garipsiyorum ama hiç alışık olmadığım bi ortamsa o da; sonra hemen alışıyorum sanki kırk yıldır öyle yaşıyorum. Tıpkı Bu götü boklu Şehirdeki yeni durumuma yeni yaşam arkadaşlarıma alışmam gibi. Aslında ait olmadığım bu ortamlara çabuk uyum sağlıyor olsam da bi an gelip herşeye yabancılaştığım ve "lan ben n'apıyorum burda, bunlar kim,ne zaman yaşamıma girdiler, niye hayatımı burda geçiriyorum allaalla " gibi sorulara takılıp depresifleştiğim de oluyor. İşte bu depresyondan gebermek üzere olduğum bir anımda dedim ki ben anneme gideyim. İyi ki gitmişim. Öyle güzeldi ki oralar. Ordayken kendimi İzmir'deymişim de okulu kırıp gelmişim gibi hissettim. Ohh dedim evimdeyim. Önce odama çıktım baktım her şeyim yerli yerinde. Annem ve kardeşim bana ait olan hiç bir şeyin yerini değiştirmemişler. Kitaplarım, günlüklerim,Fotolarım, Ivır zıvırlarım, Kullanılmış foto kartlarımın siyah boş siyah poşetlerini bile atmamışlar. Çok duygulandım. Bütün günümü eşyalarımı kurcalayak, eski fotoğraflarıma bakarak geçirdim. Zaten yağmur da yağıyordu ilk günler. Hep evdeydik annemle. Ohh Her gün de mangal yaktık, biraları patlattık balıklarla, akşamları da annemin yavaş mı yavaş pc'sinin başında annemin msn ve internetle ilgili sorularını cevaplayıp, yapamadıklarını öğrettim. Sonraki günlerde güneş açtı; havanın iyi olduğu her gün termosumuza doldurduk çayımızı sahilde geçirdik günümüzün çoğunu, dönünce de bahçede takıldık hep, o iğde ağacı senin, şu mandalina ağacı benim dalından yedik de yedik. Hatta bi komşunun bahçesinden körpe patlıcanları aşırıp(aslında aşırmak sayılmaz çünkü onlar artık yaza kadar gelmiceklermiş) patlıcan reçeli bile yaptık:))
Hava böyleyke, on iki saat de yol gitmişken ve annemle de geçen Mart ayından beri ilk defa görüşmüşken,biraz daha kalayım dedim de, annem de bayıldı bu fikre. Bu uzatmalı günlerden birinde annemle yine turlarken bi balkondan miyaklama sesi duyduk. Gittik baktık ki bi kedi yavrusu. hemen alamadık tabi, vahşi biraz , bahçıvana söyledik alsın diye. Ertesi gün gidip baktım almış mı diye. Almış ama zavallı hayvan bahçıvanın gazete kağıdıyla aldığı buruşukluğun içinden çıkamamış korkudan. Anası da gelmemiş belli. Hazır bu sefer annem yanımda yokken aldım kucağıma, bizim eve yakın bi bahceye koydum. gittim anasını buldum ama kevaşeye süt verdiğim halde yavrusunu istemedi, tırmık attı. Ben de gidene kadar besledim işte. Netten baktım da mama yaptım , zavallı yalamayı bilimiyordu , bi damlalık buldum da onunla biberon misali besledim. giderken de bahcivanın çocuklarına teslim ettim . Ama artık bayağı kuvvetlenmişti. Öyle ki artık balkondan kendi atlayacak kadar cesur ve güçlü olmuştu. Kedi hayvanını da hiç sevmem ama bu çakal sevdirdi kendini işte. Öyle böyle derken gitme vakti geldi. Bir yandan da yağmur yağıyor. Öyle ki taksiden inemedik. Otobüs geldi karga tulumba bagaj verip otobüse atladım. Annemle doğru dürüst vedalaşamadık bile. aslında iyi oldu, gereksiz duygusallık yaşayıp ağlardım falan, annem de üzülürdü. Çünkü o bilmiyor bu aralar ota boka zırıldadığımı, eskisi gibi sanıyor beni.
Tabi mevsim dışı olduğu için otobüste yaş ortalaması altmış beş. Ulan diyorum kendi kendime "işte Ankara'ya çoktan döndün kızım welcome to the real life ahahahahah!!" Önce bi moralim sıfırın altına düştü, sonra günlerdim soluduğum taze oksijen sayesinde toparlandım hemen. yanımdaki anneanne de cok sevimli bişiydi zaten. Hiç üzmedi beni.Konuşmaya zorlamadı beni. Ben de ona inip çıkarken yardım ettim kolladım. hatta son molada ben inmiyorum diye o da inmedi, beraberce uyuduk horul horul.
Sonra, sonrası işte kürkçü dükkanı. Sevgilimi gördüm ayağımı atar atmaz, burda bıraktığım ve özlediğim tek kişi. Kaldığım yerden devam ediyorum sanki hiç gitmemişim gibi. Ama tabii evdeki karşıma çıkan eski fotoğraflardaki olarak döndüm. Kendimi buldum, annem de bana beni hatırlattı. Şimdi her şey daha farklı, artık her şeye kendim gibi bakıyorum. Yani bomba gibiyim. Ben geri döndüm aslında, asi, tavizsiz, empati balance ayarı yapılmış, zararlı duygusallığı alınmış, servisten yeni çıkmış, gıcır; otuz üç km ama çok temiz.:)))

Anneme gittim. Dönücem!!!

Ohhh Anneme gidiyorum, yaşasın!!! Şimdi o beni kendime getirir eminim. Kimliğime kavuşturur. ondan uzun süre ayrı kalınca, etrafım flulaşıyor ama o bendeki bütün mantarları temizleyip, etrafımı ve kişileri algılamamı netleştiriyor. Çoğunlukla çok mantıklı olduğu için, öncelikle beni duygu selinden kurtarıyor. Bendeki fazla empatiyi alıyor ben de kendime geliyorum. Karar verdim artık en geç iki ayda bir anneme gidicem banane....
Anne artık msn den hasret gidermeler bitti şekerim Ahahaha. Şimdi ben seni facebook alemlerine de sokarıma hahahah

Offspring!!!

Sene 1997 falandı galiba. Bir arkadaşım 90'lık (yalan olmasın öyle hatırlıyorum) bi kasete doldurmuştu bi sürü offspring parçalarını. Sürekli kulağımda. Bu yıllarda afsad'la yedigöller gezisindeyim ve yine walkmanimde tabi kaset. Dedilerki "dinlediğini ver de şoför'e biz de dinleyim " dedim ki " bu sizi açmaz" dediler "niye açamsın ne dinliyosun ki" dedim "offpring" içlerinden bi tanesi kıt ingilizcesiyle söylediğim şeyi kendince çevirip güya espiri yapmıştı da çok gıcık olmuştum de vermemiştim kasedimi . Yıllar geçti artık. kasetlerimi annemin yanına gidince , ordaki zaman kapsülümden çıkartıp çıkartıp dinliyorum. Offsping kasetim de orda şu an. Ben şimdi niye yad ediyorum offspringi!!??? ŞÖyle ki dün akşam bi müzik kanalında çıktı bunlar. Ama daha önce hiç videocliplerini izlememiştim. Yıllardır da dinlemiyorum. Bunlar çıknıca heyecanlandım Aaa bunlar yoksa onlar mı ?? Evet onlar dedim. Daha önce bazı tespitler yapmıştım ama tutturamamıştım da ÖB dalga geçmişti benle . Yine uyduruyorum sandı da "atma kafadan "dedi. Ben de sonunu izlettim zorla, sonunda yazıyor ya ismi cismi. Nooldu peki ÖB'ye kapak oldu hahahah... Tamam artık dinlemiyoruz ama kulağımızda da onca yılın dinlemişliğin tınıları saklı herhal dimi yani....

Sobe!!!

Şöyle bir blogları dolaşırken, bh'nin beni sobelediğini okudum. Allaalla dedim. Ne ola ki bu. İtiraf ediyorum, hemen google da "blogda sobelenmek" olarak aradım durdum. Herkes ayrı telden sobeleniyormuş onu anladım. Anladım anlamasına da neyi anladım onu bilemedim. Neyse, dedim ki ben bunun ilk kaynağına döneyim bh'den başlayayım tekrar okuyayim, linklerine tıklayayim derken anladım galiba. Tabi utanıyorum kimseye de soramıyorum. Neyse, şimdi pc' mi tekrar salonun baş köşesine koymuşken ve kitaplığa tam beş adım uzaktayken hemen kalkıp bir kitap seçeyim dedim ve 187.ci sayfayı açayım; ben de başka birilerini oyuna dahil edeyim dedim. Buyrun burdan...;
Georges Perec, Yaşamı Kullanma Klavuzu,YKY yayınları, 3. baskı, Şubat 2005, Sayfa 187:"...hamur işleri, kesilmiş makarnalar, şehriye, kurabiyeler, spagetti, kızarmış patatesler, püre için patates gevrekleri, hazır çorba paketleri, meyve konserveleri:kayısı, kompostuluk armutlar, kirazlar, şeftaliler, erikler, incir paketleri, küçük hurma kasaları, kurutulmuş muzlar, kuru erikler; et ve sebze konserveleri: salamura sığır eti, jambonlar, güveçler, domuz kavurmaları, yağlı karaciger, karaciğer ezmesi, balık ezmesi, sumak, lahana turşusu, etli kuru fasulye, mercimekli sosis, ravioli, kuzu yahnisi, ratatouille niçoise, kuskus, bask pilici, paella, eski usul dana yahnisi."Ulan gece gece Perec dedik aldık elimize kitabı, iştah tavana vurdu gene, O şu an salyalarıma hakim olmak için çok çaba sarfediyorum. Allahtan hastayım, gribim, halim yok dağınık mutfağa girip de bi şeyler hazırlamaya. Ama pakette abur cubur olsaydı hiç affetmezdim . Neyse ben de çinko beyazı'nı, gaygan zemin'i, eternal sunshine'ı, ne bilim işte bir de doli incapax'ı (bu bloga ilk kez su an girdim ama olsun, tuttum galiba, öyle hissettim ..) sobeleyiveriim bariii!!!:)))

Şey edemediğim şey!!!


Şey edemedim buraya. Ama mutlaka öğrenmem lazım şey etmeyi niyseee. O yüzden buyrun bağlantıya burdan seyredin

Hayatta tutunamayan bir kişiliğin olayları algılayışı!!!

Bu sıralar hormonal nedenlerden dolayı her zamankinden daha çooook alınganım. Gereksiz şeylere ciddi anlamlar yükleyip dünyamı yıkıyorum. Mesela benden beklenen(yapmasam da olur tabi) bişeyi sezip, onu istemesem bile yapma zorunluluğu hissetmem ve "ne var yapsam, zor bişi mi???" , "Yoo da yani, daha kolayı varken niye ille de ben !!??", " eee ben yapıyorum yaa, ne var " gibi bi iç sesle konuşmam. Sonra da benden bekleneni yaparak kendimden uzaklaşmam, buna da içten içe kızıp pasif agresif davranışlar sergileyerek o an kendime daha da eziyet edecek işler bulmam ve eziyeti kendime günlerce uygulamam ki yarın da böyleyim demektir. Tabi yakınımdakilerle arama da güzell bi duvar örüp; "sorun yok, her şey normal, bakın her şeyi yapıyorum ben mutluyuz, onu da yaparım bunu da yaparım ölmem yaa. daha önemli bi bok da yapmıyorum zaten şu hayatta " diyerek, sorun olmadığına inandırıp sonra da onlarla aramdaki duvarımı kalınlaştırırım. İşte hayatta tutunamayan bir kişiliğin basit bi şey karşısındaki tutumu. İşte naaaparsın. Neyse yarınki eziyet planımı hazırlıım ben....Hayat tutunamayanlar için daha da zor!

illustrasyon

Keşke!!!

Yarın zor bir gün olacak. Aslında her gün zor ama yarın SH'nin verdiği gazlarla daha da zor olacak. Artık keşke demeye son vercek şeyler var aklımda. Daha önce de vardı ama etrafımda dolaşarak, zihnimi hiç rahat bırakmayan şeyler yüzünden aklımdakileri hep erteliyordum.
Ama yarın artık başka bir şey olacak; çook zor olacak ama artık keşke demek istemiyorum yahu!! Geldik kaç yaşımıza, biz de genç değiliz ki . Yaşamı şekle şemale sokmak lazım. Zaman bir an gelip kapıyı çalarsa; süre doldu diye, niye keşke diyelim dimi canııımmm!!! Bu yüzden biraz zorlanıcaz yarından itibaren fakat istediğim şeyler için olacak bu. Zira başkalarının hayatının tekrarlarının sadık seyircisi oluyor insan. Banane yahu!!!
Yaw yarın olmuş çoktan ahahahahah!!! Hadi bakalım. Biraz uyku girmeli bedene bu zor güne başlamak için!!!!


komikaze

Psycho!!!


Üstüme vazife olmayan şeylerle gereğinden fazla ilgileniyorum. Boş yere sinirlerim bozuluyor, geriliyorum.Daha düne kadar hiç hayatımda olmayan durumlardan haketmediğim şeylere maruz kalıyorum. Üstelik de bütün enerjimi bitiriyorum bu sayede.

Zaten annem de gözden çıkartmış beni. Özledim diyorum, gel diyorum, "gelemem" diyor "gitmeseydin o kadar uzağa" diyor hep "sen gel " diyor. Görürsün sen anne, daha da uzağa gitmezsem!!! Sen de inatçılığın yüzünden beni şu ergenlikteki kafa tutma pozisyonuna düşürdün ya bu yaşta hadi bakalım.

Şu anda kafamdan öyle tuhaf şeyler geçiyor ki! Allahtan SH geliyor İstanbul'dan. Zamanlaması mükemmel. Aptallıklarım yüzünden hayatımın anlamsızlıkları üstüme yığılmışken, tam da nefessiz kaldığım bir anı tutturdu o şu an. Saol dostum yaaa!!!! Biraz istanbul soluyacağım sayende:))

Duyuru!!!


Bugün evden öyle bi çıkışım vardı ki, gören de bi olay oldu da canımı zor kurtarıyorum sanırdı. Bi hışımla tv'nin başından kalktım, az kalsın sehpada birikmiş çay kahve fincanlarını deviriyordum. Hemen giyindim, aldım sırt çantamı, indim aşağı. Yine bi hışımla bizim Fatma Girik'i de giydirdim, zavallı ne olduğunu anlamadı. Ama o kadar sinirli ve aceleciyim ki. Önce markete götürdüm onu, Sonra da çay bahçesinde bi şeyler içmeye. Oruç ayı olduğunu bilse...!! :)
Köşedeki büfeden de gazete ve penguen aldım. Önce pengueni açtım. Zaten orda da kimse bakmıyor die bi arıza çıkarttım, gerginim. Pengunenin kapağını açınca,karşıma çıkan beyaz A5 kağıda bi saniye şaşırıp sonra bi kahkaha attım ki sormayın... Bizim Fatma Girik de şaşırdı" de hele neye güldün , öyle de keyifli güldün ki " diip o da bi kahkaha attı. Şimdi nası anlatacaksın ona???:))) Aslında Durum ortada ahahahahaahah.....!!!!!
İyi ki çıkmışım dışarı. Bu penguen günümü kurtardı wallahi yahu!!! Kendime geldim. Şimdi huzurla bugünkü sorumluluklarımı yerine getirmek için yeterli motivasyonu sağladım ahahaha:))) Ya walla abartmıyorum yaa!!!

Yurdum Dahiliye Uzmanı

Bugün güne Bizim Fatma Girik'in ilaçlarını almakla başladım(eskiden bizimkine fatma girik derlermiş, biraz tombalakmış ama güzel hatunmuş, renkli gözlü filan;artistt!!). Direkt eczaneye gittim. Elimde rapor var ya verirler sandım. Ama yine de bi yere yazdırmak lazımmış. Eczacı Aslı beni yeni açılan bi tıp merkezine yönlendirdi, iki adımlık bi yer . Gittim tabii, Yani bu iş bugün yapılmalı.
Güzel bi yer, yeni açıldığı belli, herkes kibar ve heyecanlı. Hemen doktorun yanına çıktım. Kendisi dahiliye uzmanıymış. Başladı ilaçları yazmaya, tabii ilaçların raporu var yazıyor tıkır tıkır, Arada da yanındaki yardımcı kıza"bu benim eski hastam" diyip duruyor. Yaşlı ya bozmak istemiyorum ben de. Bi gün olsun gerginlik yaratmak istemiyorum. Diyorum siz şeker hapı da yazabilirsiniz. "Bajım raporda yok nası yazım". Alla alla diyorum siz dahiliye uzmanı diil misiniz, yazabilmeniz lazım, "Yaa bajım" diye bağrınmaya başlıyor lavuk.Bu bajım lafını da bir doktordan ilk kez duyuyorum, yaşlı ya amca, cinsiyetimi teyit etmek için söylüyo herhal;şaçlar kısa, biraz kabadayı bir havada , ne idüğüm belirsiz bi görüntüm varki herhal algılayamadı zavallı. Ben içimden gerginlik yok diyorum, Tamam eyvallah diyorum. Sonra bizim dahiliye uzmanı ole bi çark ediyo ki , "yazılmıyor ama yazalım bari" diyor. Diyorum yazmayın , madem yazılmıyor o zaman eczane de vermez ki boşuna yazdınız dahiliye uzmanım diyorum. Sinir tepemde. Daha hangi ilacı yazıp yazmayacağını bilmiyor uzmanıım, bi de iki de bir eski hastam diip duruyo, Bakmıcam yaşına başına amca nerden hastan bi söyle diyesim geliyor. kızını da ilk defa görüyorum diyor. İşte o an benim gözlerim kocaman adama bakıyorum şaşkınlık içinde, insan yalan atar da , taşşaklısını sallamaya cesaret edemez be adam. Zaten benim şaşkınlığımdan yanındaki yardımcı kız anlıyor. Ehehehe ama gerginlik yook!
Neyse işte aman, en son kaşe vurdu. ama ters vurmuş. Farkeder mi diyorum. Eder diyor lavuk gene. "ters iş yapmayalım, ben bi daha basarım, ters gitmesin işler" diyorMübarek aydayız yaa. Yüksek sesle ANLADIM diyorum.Artık zaten ne desem boş. Siz de demans ilaçlarına bir an önce başlayın demek geliyor dışımdan çıkarken ama Ama gerginlik yoook. Hemen eczaneye gidip ilaçları alırken anlatıyorum eczacıya. Bi de hatasını kapatmak için kurumun ödemeyeceği miktarda yazmış şeker hapını, yine ben uyanıyorum da düzlettiriyorum.

Farkında olmamak!!!!

Nedense öyle bi huyum var benim; bi şarkıya, türküye falan takılıyor ağzım ve şuursuzca , yarısını da uydurduğum bi kupleyi tekrarlayıp duruyorum bet sesimle. Ama bu durum yanımda olanlar için çekilmez bişi haline geliyor. Onu da biliyorum. Hele bi kaç kere uyarılmama rağmen yine farkında olmadan bu abukluğu tekrarlamam gerçekten de korkunç.
Bu akşam da yine aynı şeyi yaşadım. ÖB bir anda çok kötü bir ses tonuyla, azarladı beni. Belki de bekledi susmamı ama tabi bende hareket yok n'aapsın. Ama diğerlerine göre çok başarılıydı. Bi kerede susturdu beni. Zaten ben neye uğradığımı şaşırdım. Saf saf, şimdi unuttuğum, muhtemelen de o anda zaten sözlerini uydurduğum mırıltının ahengine kaptırmışken kendimi, daha biraz önce sevgiyle bana bakan birinden böyle , insanı ürküten sesli bir uyarı gelmesine çok bozuldum tabii. .... Neyse hep ben mi gergin olucam dimi ama!!!
Ama benden daha beter tekrarlar var insanı ruh hastası edebilecek; inanmazsanız buyrun

sticker ve graffiti!!

sticker ve graffiti çalışmalarını buluduğu siteye buyrun

Resimli Roman!

"Sevecen, başrollerinde İlhan İrem ve Pembe Mutlu'nun oynadığı ve Osman Atınçelik'in yönettiği bir "Resimli Roman". Romanın senaryosunu Yüksel Şengül ve İlhan İrem beraber yazmış. Kamerada Burhan Şeşen var. Roman, 1983 senesinin Haziran ayından itibaren Ses Dergisi'nde yayınlandı..." Devamına buyrun