RSS

ZÜ ile İstanbul-Tekirdağ arası yol macerası!!!

Sabah cebim çaldı. Beklenen heyecan gelmişti ve beni beyliğin düzünde bir otobüs firmasının ofisinde beklemekteydi. Onu bekletmemek için yatak kiyafetlerimin sadece alt eşini değiştirip dışarı fırladım. Koşa koşa yanına vardım. Sarıldık, koklaştık ve eve doğru yollandık. Eve vardığımızda Ankara'dan gelen Antalya pilicim, 'm şoktaydı. Evi dolaştı hızlı bi şekilde. Sonra "ne tuhaf yaa, sanki Ankara'dayım. Her şey tanıdık , eşyalar, kokular ama mekan yabancı, aklım karıştı biraz "dedi. Benim de aklım karışıktı biraz. Eski şehirden bir dost yeni yaşamda ve biz karşılıklı yeni durumu algılamaya çalışıyorduk. İkimiz de uykusuzduk belki de ondandı. Ben kaç gündür ÖB'nin yokluğuyla eve yabancılaşmış, yatağımda bile yatmak istememiş, salonda mor kanepede, sabaha kadar açık kalan tv'nin karşısında uyur uyanık geceler geçirmiştim. uykusuz bir otobüs yolculuğunun mahmurluğunda.İkimiz de yataklara bıraktık kendimizi usulca.

Sonra kahvaltı, bir iki göz yaşı, bol sohbet, dedikodu, sonra aslında eskiden ne kadar da çok şey paylaşmış olmaktan dem vuruşlar, kavgalarımız, birbirimize kızgınlıklarımız, tatlı geçen günlerimiz ve sonunda " olsun beah bak kaldığımız yerden devam ediyoruz her seferinde" cümlesiyle kendimizi rahatlatma derken zamanı çarçabuk tüketişimizin farkına varıp, hazırlanıp, kendimizi Taksim'e attık. Fütürsuzca, dolaşıp, yağmura soğuğa aldırış etmeden dolaştık da dolaştık. Artık ayaklarımızın feri kesildiği bi noktada, kendimizi güzel bir mekana biraları yuvarlamak için zor attık. İçtik de içtik sonra acıktık, kalktık balık pazarı, şampiyon da kokoreç, midye dolma derken susadık bu sefer de , sonra yolumuzun üstü bi arkadaşın barına takıldık, içtik de içtik. Bu arada benim gözüm saatte tabiki; Balkabağı olmadan , otobüsü yakalayıp, sıcak evimize geri dönelim diye. Saat 24.00' ı gösterdiğinde , demir alma vakti geldiğinden, ordakilerle vedalaşıp, şakalar komiklikler eşliğinde ile birlikte hızlı adımlarda durağa doğru yollandık. Hatta ben ısrarla ya "yaa ÖB yokken bi de şurdan ıslak hamburger mi yuvarlasak diye'yle pazarlık yaparken ki zira ÖB mikrop falan kaparım diye, o şahane şeyi yememe razı olmadığından, aklım hep orda" benden telaşlı "yaa otobüsü kaçırıcaz sen hala ıslak hamburger diyosun" diye beni durağa doğru sürükledi ama zaten saat 24,10'da kalkımış otobüse yetişmemize imkan olmadığından , öylece kaldık durakta. Ben o an suçluluk şeysiyle, her zaman bindiğim otobüsün kalkış saaatini nasıl olur da on dakka ileri attığımı düşünürken, aslında şimdi eve nasıl gidicez onu düşünmem gerektiğini hatırladım. Hayır yanımda arkadaşım , hava soğuk, sarhoşuz ve benim yüzümden otobüs de yok ortada ve otogardan Tekirdağ otobüsüne binilse yeridir bir mesafe için taksiye de binemeyiz derken anaa işte orda kalkmakta olan bir 25T göründü. Hemen 'yü de sürükleyip atladık otobüse, ardından zincirlikuyu, ordan Avcılar'a ulaştık. Ben durakta bir Beylikdüzü minibüsü ararken, "ulan taksiye bir sorayım" deyip, durakta bekleyen sarı arabanın kapısını açmak için yanaştım ama kapı kilitliydi. Benim zaten kafa bir milyon, asılıyorum, kapıyı ben mi açamıyorum diye. Meğerse kilitliymiş. Şöfor mahallindeki kişi eğilip, kapıyı açtı. Açar açmaz ben hemen kafayı içeri uzatıp" Beylikdüzüne gündüz tarifesi gider misiniz" dedim. Arabadaki bi iki saniye durup şaşkın bi şekilde "yalnız ben taksi değilim" dedi. İŞte o an benim şimdi deprem olsa de yerin dibine girsem dediğim bir andı. Çokça özür dileyip kapıyı kapattım. de şaşkın şaşkınn bana bakmaktaydı. Meğersem o anlamış o aracın taksi olmadığını da "dur ben sorimm" deyince bişi sorcam sanmış!! Hay alllam yaaa:)))
Arkadaki taksiye atlayıp eve gelirken, bu olay geceye damgasını vurmuştu. Bizi getiren taksici de beni rahatlatmak için " belki de korsan taksidir, yoksa ne işi var durakta, biri tel ile çağırmıştır o da bekliyodur " dedi. Ya da sevgilisini , eşini, dostunu bekliyordu kimbilir.
Neyse eve geldiğimizde saat 02,30 olmuştu çoktan. O gece de böyle sonlandı, fıkra gibi. Bu durumdan bendeniz iki ders çıkardım birincisi; son otobüsü kaçırsan bile, istediğin saatte eve metrobüs- gündüz tarife taksi aracılığıyla dönülebileceğini , ikincisi de ; her sarı arabaya taksi muamelesi yapmamayı. Ama bizim buralarda taksiler zaten bordo olduğundan benim sarı dışında bordo renge de dikkat etmem lazım !!!:))
karikatür şurdan

Ateş kusan kadın Tipi!!!

Yağmur kulaklarıma kulaklarıma vuruyordu. Ben her zaman sıkı sıkı giyinen pimpirikli tip, bu gün nerdeyse doncek dışarı çıkmıştım. Yol iz de bilmiyordum zaten. Önce dolmuştan erken indim sonra dünyanın yolunu yürüdüm, yürürken dötümü kolladım zira yürüdüğüm yer E5'in kenarıydı. Merkezi ve insan olan bi yere geldiğimde akbil doldurmayı bahane ederek büfeciye yol sordum, yüzüme bile bakmadan" şurdan aşağıya in" dedi. Ben anlamadım" hangi şura" dedim, illaa adamla göz teması kurucam yaa!! Ama adam ısrarla yüzüme bakmadı, yalandan "şura" dedi ve kesti. Ben büfenin önünden ayrılırken "o beş milyonluk daha geçiyor" dedim. Çünkü verdiğim eski beşliklere bozuldu diye düşündüm. Belki de saçım başım açık, koca kıçım ortada, saçlar da kısa ona bozuldu . Haa bi de akbilim takılı olduğu anahtarlık, ŞArk Han'dan aldığım tahtadan, fare şeklinde bi düdüktü ondan mı beni ciddiye almadı diye de düşünmeden edemedim.
Anlamadığım yol tarifine doğru bodoslama yollandım, içimden dışımdan "zikim hepinizi, insan kalmamış bu şehirde, hepiniz acımasız olmuşsunuz ...mınıza goyimmm" diye diye yolun sonuna geldim. Baktım önümde bi zabıta büfesi. Akıllılık edip bi zabıtaya sordum. Saolsun o benimle güler yüzlü bi şekilde ilgilendi. Biraz daha yürüyüp gideceğim yeri buldum. İşimi kısmen halletmişken öğle tatili saati olmuştu. Karnım da fena acıkmıştı. Cebimde sadece yapacağım iş için gerekli para, bir on lira ve bi de dolu akbilim vardı. Cebim de kapalıydı. Moralimi düzeltsin diye ÖB yi bile arayamadım. Yağmur da iyice azıtmıştı. Bi an sokakta kimse kalmamıştı. O koca yaya yolu birden veba salgınına tutulmuş gibi oldu. Ben de kendimi bi yemek şeyine attım, orda cebimdeki son parayla bi şeyler yiyip, yağmurun hafiflemesini bekledim. Sonra ikinci hedefime doğru yol aldım. Ulan zikicem bu rüzgarı da diyerek kulağıma giren sancıyı geçrimek için elim kulağımda bi şapkacı aradım ama bulamadım. Neyse yine E5 kenarından yeni istikametime doğru yol alırken, donuma kadar ıslandım, sonra binaya vardığımda beni en az 70 kişilik bir kuyruğun beklediğini görünce iyice yıldım. Ama ne çare, el mecbur. Sonra bi saat 45 dakka sonra bana sıra gelmek üzreyken, dilenci kılıklı bir kız , rica minnet bizden sıramızı istedi. Kimse kızın yüzüne bile bakmıyordu. Ben sadece olmaz dedim dedim. Kız bu sefer bana çalışmaya başladı. "ya taa Silivri'den geldim, Beyazıt'a yetişmem lazım, N'olur, bekliyorum bekliyorum sıra gelmiyor" diye tekrarlayıp durdu. En sonunda ben de nasıl çirkefleştim bilmiyorum ama , parasızlık,ıslak ve perişanlık ve üstüne bir saat 45 dakka beklemek ve bu dilenci kılıklı tipin beni zorlaması çiledençıktımı artık. Ben kızı iyi bi malamat ettim. etrafımdakiler de benden taraf oldular allahtan. Kız da kös kös sırasına geri döndü.
Bu olaydan biraz sonra kendime yabancılaştım. Yaa ben n'aptım öyle. Ben de burdaki insanlar gibi acımasız olmaya başladım diye düşündüm. Ankara'da ya da İzmir'de olsaydım hiç böyle yapar mıydım diye düşündüm. Sonra iyice üzüldüm yaptığıma, Aynen sinirlenince ağzından ateş tüküren birine dönüşmüştüm. Ama hakıl ama haksız. Gerçi bu hafta çok büyük haksızlıklara ve hayal kırıklıklarına uğramama rağmen sesimi çok yükseltmemenin vicdan azabını yaşarken, ÖB 'nin tesellileriyle avunmuştum ama içimdeki volkan sönmemişti ve ben de insan ırkına karşı olan kızgınlığımı bu kızda ateşleyivermiştim. Gerçi bu kıza da ben öyle davramasaydım, orda bekleyen onca insana haksızlık yapıp, duygu sömürüsüyle işine hemen halledip gidecekti. EN nefret ettiğim şey haksızlığa uğramak olduğundan buna tepki vermiştim. Gerçi biraz ateşli
olmuştu.

resim şurdan dragons by =
neokiva

Güzel Bir gün!!!

Bu hafta sonu ÖB ve ben biraz rahatlamak ve kafamızdakileri bi kenara atmak,
sevdiklerimizden ayrı olmanın burukluğundan bi nebze olsun uzaklaşmak,
stressli işimizden ve yaşantımızdan bir gün çalmak üzre,
Cumartesi Eminönü'ne gittik. Amacımız kahvaltıyı dışarda yapmaktı. O yüzden aç aç çıktık yola;
Malum yolumuz uzun ama biz bunu hesaba katmadığımız için, içimiz kıyıla kıyıla, çift katlı, ardından Çapa'da inip, tramway , sonra kalabalığa diklemesine bir dalış ve hooop İstanbul Cafe.

SH'nin kulakları çınlasın çünkü en olmadık zamanlarda Eminönü'nde buluşup,oraya giderdik. Öyle ki ben taaa Ankara'dan bi günlüğüne bile olan gelip gitmelerimdeki SH ile gezip tozmalarımıza mutlaka dahil edilen bir yerdi. Ve her zaman SH ile aramızda şöyle bir diyalog geçerdi: "ya aslında bir tane tost söyleyelim iki tane çok geliyoo diye" anlaşıp oraya vardığımızda "ya aslında birer tane de yiyebiliriz" dediğimiz ve yedikten sonra da pişmanlıklar içinde "keşke bi taneyi paylaşsaydık" diye hayıflandığımız, en taze ve en ucuz meyve sularını hüpürdetip, ardından çaylar, kaveler eşliğinde dedikodularımızla bu eski hamam binasını çınlattığımız bu yer SH'le ikimizin gizli mekanıydı adeta. Eminönü'nün o kalabalık ve gürültülü ortamında dolaşırken adeta o keşmekeş dalgasının bizi oraya doğru yuvarladığı hissiyle çabucak oraya koşup , yiyip içip, laflayıp; adeta formulaya katılıp da "pit stop" da duraklayıp tekrar yarışa dönen schumacher edasıyla kendimizi cafeden dışarı kalabalık seline bırakmak için ilk geldiğimiz dakikaların aksine, alelacele hesabı ödediğimiz gizli yerimizdi burası.
Süper bi ekmeğe (adını şu an hatırlamıyorum ekmeğin) istediğiniz malzemeyi koyup, ister sıcak ister doğuk servis edilen bu cafede , taze meyve suları da çok ucuz ve lezzetli. Ayrıca nargile de höpürdetilebiliyor. Mekan beş yüz yıllık tarihi bir hamam aslında. Tam olarak eminönünde değil de Tahtakale'ye doğru, zaten adı da "Tahtakale Hamamı", bir Mimar Sinan eseri. Restore edilip, bir kısmını cafe diğer tarafları da çeşitli dükkanlara kiraya verilmiş. Ama insanı çok rahatlatan bi mekan. Her çeşit insan geliyor buraya, bi bakıyorsun bir yanda elinde içi hınca hınç doldurulmuş kocaman siyah poşetlerle soluklanmak, bi çay içmek için duraklayan esnaf tipli adamlar, bir yanda birer cigara yakıp türk kahvelerini höpürdet ev kadını tipli teyzeler,üst katlarda tenha köşelerde gizlenmiş sevgililer, ara sıra turist tipler, bi de bizim gibi sıradan ama kafası fena karışık tipler, işte çeşit bol ama kimsenin kimsye zararı yok, korkunç ve yıpratıcı hayatta nefes alabilmek için soluklanmaya gelen tipler.
İşte ben de Sevgilimi buraya kahvaltıya getirdim. zira İstanbul'a geldik geleli Avcılar- Beylikdüzü arası gidip gelmesi ve üst üste sıkıntılı günler yaşaması, ayrıca işteki stresi ve bazı haftasonlarını da çalışarak geçirmesini de eklersek, boğuldu boğulacaktı.
Gerçi kahvaltıya diye gelmiştik ama saat çoktan 12.00 olmuştu bile. Hemen tostlarımızı ve taze meyve sularımızı söyledik. Çabucak geldiler ve hemen mideye indiler. Biraz fotoğraf çektik, biraz dertleştik. Uzun zamandır hiç başbaşa kalmamışız ve konuşmamışız onu farkettik. Kişisel dertlerimizden bahsettik birbirimize, sanki uzun süredir ayrıymışız gibi, birbirimzin sözünü kesmeden, merakla dinledik birbirimizi, sigaralar, çaylar götürdük bu soluksuz sohbetimizde. Sonra sanki ÖB'nin beni İstanbul'a ziyarete geldiği zamanlardaki gibi bir duygu eşliğinde "hadi Eminönü yapalım, ardından SultanAhmet, Ayasofya'ya gideriz, nasılolsa müze kartımız var diye çıktık cafeden.
Akşam olmaya başladığında artık yorulmuştuk yürümekten ve yediğimiz tostların etkisi çoktan geçmiş ve yine içimiz açlıktan kıyılmaya başlamıştı. Eskiden ÖB İst.e geldiğinde kaldığımız otelin önünden geçerken bir an bir çılgınlık yapıp bir oda mı tutsak diye geçirip sonra gülümsyerek birbirimize "hadi evimize gidelim" dedik. Bu arada karaköyde, ekmek arası balık olayına girmeyi de ihmal etmedik.
Eve geldiğimizde saat 21.00 olmuştu. Zamanımızın çoğunu yollarda geçirmiştik ama yine de çok güzel bir gün geçirdik, hasret giderdik. Kimbilir bir daha ne zaman böyle bişi olur:)!!!! Kimbilir!!!!!
NOT: Fotoğraf aradım ama bulamadım. Bir dahaki sefere kendim bizzat fotosunu çekicem mekanın ve o güzel tostlarının!