RSS

Yağmurdan II


Ama tam rakı havası değil mi, sıcak bir ev, sıcak bi masa, insanın içini ısıtacak rakı, sıcak insanlar, sıcak bi sohbet, kelimeler ne kadar da baştan çıkartıcı geldi şimdi bana.... Ya da geç kalmış bi sonbaharı bize getiren yağmurdur baştan çıkartan bilemedim!

Yağmurdan....

Bu Küçükayasofya mahallesinde bi yağmur yağıyor bir yağmur yağıyor ki iki adımlık mesafedeki bakkala şemsiye eşliğinde gitmeme rağmen paçalarım, ayaklarım, sırtım su içinde kaldı. Bi de soğuk hava, eve nasıl gideceğim hiç bilmiyorum. İki gün sonra da anneme gideceğim, sözde kadın ameliyat olcak da ona refakat edeceğim ama sanki bana tam tersi olacakmış gibi geliyor, çünkü ne zaman anneme gitsem, daha yolda hasta oluyorum. Artık bunun bende gelişmiş bir refleks olduğunu düşünmeye başladım. Her ne zaman evime gitsem bi kendimi salıyorum galiba ondan, ama tabi bundan annem hiç hoşlanmıyor, her zaman dediği gibi yineliyorum burda da ama çok hoşuma gidiyor: "eşşoğlueşşeğin kızı her gelişinde hasta oluyorsun, ben sana demiyor muyum buraya hasta gelme diye....."

Gerçekten de hava çok soğuk ve ıslak, atölye sıcak ve kuru, aslında dün MKH bana demişti yarın yağmur geliyor diye ama ben tabi sabah pencerenin panjurunun aralığından sızan güneşe aldandım, zibidi gibi dışarı çıktım üstelik de kaç gündür giymediğim bez ayakkabılarımı da özellikle bugün giydim, artık hayırlısı diyelim, iki sederjin atalım, n'apalım.....

Rakı lazım bana!!!!



Şöyle, çılgın lezzetlerde mezeler yapsam, arkadan türk musiki eşliğinde hiç acele etmeden sofrayı hazırlasam, masada deniz börülcesi bile olsa, ardından dostlarım gelse teker teker, neşeyle masaya otursak, çok da kalabalık olsak, hepimiz aynı anda rakı kadehlerimizi tokuştursak ve gece uzuuun uzuuun bu tatlılıkta sürse, çok mu......

Masa da masaymış haaaaa!!!!

Adam yasama sevinci içinde
Masaya anahtarlarini koydu
Bakir kaseye çiçekleri koydu
Sütünü yumurtasini koydu
Pencereden gelen isigi koydu
Bisiklet sesini çikrik sesini
Ekmegin havanin yumusakligini koydu
Adam masaya
Aklinda olup bitenleri koydu
Ne yapmak istiyordu hayatta
Iste onu koydu
Kimi seviyordu kimi sevmiyordu
Adam masaya onlari da koydu
Üç kere üç dokuz ederdi
Adam koydu masaya dokuzu
Pencere yanindaydi gökyüzü yaninda
Uzandi masaya sonsuzu koydu
Bir bira içmek istiyordu kaç gündür
Masaya biranin dökülüsünü koydu
Uykusunu koydu uyanikligini koydu
Toklugunu açligini koydu.
Masa da masaymis ha
Bana misin demedi bu kadar yüke
Bir iki sallandi durdu
Adam ha babam koyuyordu.

Edip Cansever

SENİ UZAKTAN SEVMEK AŞKLARIN EN GÜZELİ... AsK Parcasi

Varol Varol Varol ll

Bugün güne Duman eşliğinde başladım, bi iki photoshopluk işler vardı yarım kalan onlar halledildi. Şimdi birazdan, çaycının zehir gibi acı olan çayından bi bardak daha alıp, çekim için setimi kuracağım.

Aralıksız yaşamaya karar verdim bugün yolda gelirken, bütün bu olumlu duyguları, yol boyunca okuduğum Jules Verne'e borçluyum. Neden bilmem ordaki karakterlerin maceralı hayatları beni hayata bağladı, belki de zaten bi bağ arıyordum buldum.

Kaç günlerdir 37 yaşına gelene kadar neler yaşadım, değdi mi bu zor hayata karşı bu kadar inatla dik durmak diye düşünüp duruyordum ve hep aynı sonuca varıyordum: "Değmez ama ölmüyorum da " Ama artık şu fani dünyada ne kadar vaktim kaldıysa artık, ara vermeden yaşamaya karar verdim. Biraz kitap okumak gibi aslında hayat da, mesela yol ne kadar uzun olursa olsun okumaya başladın mı yolun ne kadar sürdüğünü farketmiyorsun, dikkatini yolun çekilmez şartlardaki uzunluğuna ve yoruculuğuna değil de kitaba veriyorsun ve yol sadece o sırada o kitabı okurken geçip giden bi şey oluyor.

Bir de bir kitaba takılı kalmıyorsun, birini bitirip birine başlıyorsun, ben bazen bir kitabı o kadar çok seviyorum ki bitmesin diye yavaş yavaş okuyorum, bitince üzülüyorum, keşke okumasaydım da şimdi okusaydım diye düşünüyorum ama çoktan okunmuş bitmiş oluyor. Galiba hayatta da böyle oluyor; bi şeye takılı kalmak da aynı kitabı sürekli okumak gibi , sonu belli, her sayfada ne hissedeceğin belli, çok sıkıcı ve çekilmez, mesela bu uzun yollarda hep aynı kitabı okusan yol uzun olduğundan da uzun, yorucu olduğundan daha da yorucu ve yıpratıcı olur. Belki de saçma bi temel üzerine kuruyorum hayata tutunma düşüncesini. Belki de ifade edemiyorum ama en azından kafamda tamam artık, yaşıyorsak yaşayalım, ve yaşayacaksak, kendi istediğimiz şekilde ve istediklerimizi yaparak, kendimizi nasıl rahat ve daha sakin hissedeceksen, ve hayatın akıp gittiğini farketmeyecek şekilde nasıl olacaksa o şekilde geçip gitsin işte.

Tabi şu an ki kararlılıkta ve tutarlılıkta olmak da hayatın kendisini yaşamak kadar zor benim için ama umud etmekten ve buna inanabildiğim kadar inanmaktan başka çarem yok.
,

Uzun ince bir yol......

Yol gözümde büyümekte, bi an atölyedeki şişme yatağı şişirmek geçti aklımdan, zaten eve gitcem saat olcak 23 sonra yatcam, 8 saat uyuyup geri buraya gelcem, yani evde 2 saat geçirmek için eve gitmiş olcam, ne kadar saçma dimi? Ama bunları düşünmemek lazım, insanlar evlerine giderler, duş alırlar, sevdiklerini görürler, dişlerini fırçalarlar ve yeni güne yeni kıyafetlerle başlarlar.........

Oburluk!!!!

Şu an itibariyle şeker komasına girmem an meselesi çünkü çekim için aldığım jelibon denen, böğürtlen şeklindeki, tadı da iğrenç mi iğrenç olan bir paket şekeri mideye indirdim. Ama hakettiler bu şekerler bunları; çektim çektim olmadı, bi türlü istediğim görüntüyü veremediler, ben de sinirlenip hepsini yedim, şimdi midem bulanıyor, önümde de uzun bi yolculuk var, n'apsam acaba, bi kahve içip mi gitsem bilemedim.

Ayy öyle kötü bi tadı var ki, bir yandan insanın midesini bulandırırken, bir yandan da ağzında sanki glikoz şurubuna bulanmış plastik bir şey yenmiş tadı bırakıyor, bu da nasıl oluyorsa sanki daha önce böyle bişi yemişim gibi! Galiba zihnimi de yordu bu iğrenç şeyler, çocuklara da akıl sır ermiyor, nasıl yiyorlar böyle boktan şeyleri?

En iyisi bi kahve yapiiim yola çıkmadan önce, hem midemi bastırır hem de ağzıma yapışıp kalan bu iğrenç tadı alıp götürür. Yol da yol değil amına goyim, üç saat git babam git, artık ayakta mı, bi yere dayanarak mı, yoksa hasbel kader oturarak mı bilinmez!!!

Kapanış müziği




Atölyede bu şarkı çalınca biliyorum ki saat 18.00 olmuş , atölye arkadaşım GÖ hanımefendinin eve gitme vakti gelmiş ve bizim hatun seksi hareketlerle şarkıya eşlik ederken bi yandan da iş kıyafetini çıkarıp yol kıyafetini giymeye başlamış; Bi kaç kere daha yine güzel hareketler eşliğinde yapılan dansın sonunda, GÖ hanfendiciiiimizz, " esenlikler efendim" dilekleriyle kapıyı açıp uzaklaşır.......

Argonaut


Bugün Jules Verne'den argonaut adlı hayvanı öğrendim, Kitapta öyle güzel betimlemiş ki, dayanamadım, işe gelir gelmez, ilk işim bu hayvana bakmak oldu:)

Jules Verne şöyle anlatıyor karşılaştığı bu "Hindistan denizlerine özgü yumrulu" argonautaları: "Bu sevimli yumuşakçalar hareket etmelerini sağlayan bir boru sayesinde, içlerine çektikleri suyu bu borudan dışarı atarak geri geri ilerliyorlardı. Sekiz dokungaçlarından, uzamış ve incelmiş olan altısı suyun üzerinde yüzüyor, palet biçimindeki diğer ikisi ise, hafif bir yelken benzeri, rügara karşı gerili duruyordu. Cuvier'in çok doğru olarak zarif bir kayığa benzettiği sarmal biçimli ve kıvrımlı kabuklarını tümüyle görebiliyordum. Bu kabuklar gerçek birer kayığı andırıyor, kabuğu salgılayan yumuşakçayı, hayvan işe hiç karıştırmadan taşıyordu."

* Jules Verne, Denizler Altında Yirmi Bİn Fersah, 2. Cilt, 4. Baskı, İstanbul/ Şubat 2010
İthaki 2003, Çec. Mehveş Sorkun, sayfa 22

Aynı zamanda Yine Jules Verne'nin yazdığına göre, eski Yunanlı ve Romalıların görüşüne göre, karşısına çıkan kişiye iyi şans getiren sevimli bir hayvanmış. Ve Aristoteles, Athenaios, Plinius ve Oppianos bu hayvanın zevkleri üzerine çalışmışlar.

Bir de Argonaut denince, Altın Postlu Koç olayı karşınıza çıkıyor onu da alın burdan Buyrun

illüstrasyon şurdan

Toplu ulaşımda bir ilk!!!

Üç vasıta değiştirerek gerçekleştirdiğim bugünki yolculuğumda bir ilk yaşadım. Şöyle ki, hem çok hızlı bi şekilde geldim hem de değiştirdiğim üç araçta da oturarak geldim. Hala şok içinde bunun bi yanılsama olduğu konusunda kafamda paranoyalar var. Hahaha acaba dün gece yaptığım sıcak duşun etkisinde miyim hala!!(?)

Varol varol varol!!!

Tamı tamına üç saat toplu ulaşım işkencesi sonucunda, eve ulaştım, ilk işim kendimi sıcak duşa atmaktı. Sıcak suyun altında burdan söylemeye utanacağım bir süre kaldım sanıyorum. Bu arada sıcak su, başımdan aşağı akarken, kemiklerim ısınıyor, gevşedikçe gevşiyordum. Hayat nedir ki diye düşünmeye başladım yine, bugün bütün gün yaptığım gibi; işte kafamdan akan sıcak su, şu an hayatımın en şahane zamanı, hiç bitmese, ben öylece sıcak suyun altında kalsam ama öyle olmadı, biraz sonra iyice gevşemeye başladım, yoruldum, küvete kendimi bırakasım geldi, sonra suyu biraz ılıttım, sonra yine ısıttım bu iş uzun bi süre aldı, yaşamak zordu, şu anlar da olmasa diye düşündüm, ölünce şöyle bi sıcak bi suyun altında hiç yorulmadan kalacağımı bilsem, hiç düşünmezdim burdaki şu hayatı yaşamayı diye saçma düşünceler geçti aklımdan, sürekli varoluşumu sorguladım durdum, öyle ki bütün gün bunu düşünmekten başıma ağrılar girdi, sonra sağa sola bişiler yazdım, netten tabii, sonra da bazı dostlarım benim için endişenlendi oysa ki ben tamamen genelleme yaparak hayatın anlamsızlığına verip veriştiyordum, üstüne üstlük de gerçekten mutsuz biriyim, bunun benim yaşadıklarımla, yaptıklarımla, yapmadıklarımla fazla alakası yok, tabi bu aralar aşırı yorgun ve gereğinden fazla hırpalanmış olmam bu duygumu güçlendirmiyor da değil ama gerçekten de hayat her zaman bana aşırı hırs yapacağım bi mecra olmamıştı öyle ki daha dokuz yaşındayken bile ölmeyi istemiştim de yine herkes bayağı endişelenmişti ben de çocuk aklımla buna anlam verememiştim. Tabi şimdi yetişkin bir insanım ve bu durumu çoktan bir matığa oturtmam beklenirdi benden ama kendim şahsen bu hayatta , bu hayatın kurallarına göre yaşamayı hiç becerememeş biri olduğumdan mütevvelli bunu da yapamıyorum, kafam farklı çalışıyor ya da çalışmıyor, bu kimsenin de suçu değil, bu tamamen benim kişisel meselem ve yaşadığım sürece de çözemeyeceğim meselem.

Mesela hep anneme kızmışımdır, her tartışmamızda onu bununla suçlamışımdır, beni dünyaya getirmeye karar verirken bana mı sordu diye, belki de 37 yaşında bi insanın hala bu şekilde konuşmaması gerekir ama nafile. Yarın benim de bi çoçuğum olursa ve bu dünyada olmaktan mutlu olmazsa ben ona ne diyeceğim, hiç bilemiyorum, bu varoluş sorunları, duygusal geçişler, mantığın yolunu kestiği anlar.... ey hayat deyip bu hiç bitmeycek ve n kadar cümleler eşliğinde devam edecek yazının anlamsızlığında boğulmaya devam edeceğim.....

Günün Özeti...

Birazdan eve doğru uzun bi yolculuğa çıkacağım, lakin yanımda Jules Verne de olacak, şimdi düşünüyorum acaba Taksim'e gidip çift katlıya mı binmeli yoksa, Tramvay-metrobüs- otobüs mü yapmalı. Galiba buna yola çıktıktan sonra karar verebileceğim her zamanki gibi. Şimdi ışıkları toplamalı, yani en azından ayak altından kaldırmalı sonra makineyi çantaya koymalı, ve yarına erken gelmeyi ve işe erken başlamayı umut ederek, yarınki çekilecekleri gözönünde bi yerlere sıralamalı, sabah da hiç vakit kaybetmeden çekime başlamalı ki zira sonra bugünki gibi, yüklenebilmiş üç fotoyla gün mal gibi kapanmasın. Gerçi, photoshop'ta çok iş çıktı bugün yoksa ben koyardım oraya on foto, bi de hiç haz almadığım bi şeydi yani çektiğim, sıçıp bokumu çeksem daha çok hoşuma giderdi o kadar yani. Ama yarın sevdiğim bi şeyle başlayacağım yani umarım öyle yapabilirim.