RSS

Ahh Fizy Vahh Fizy!!!!

Son günlerde fizy.com dan İlhan İrem dinlemeye çok fena sarmıştım. Bir İlhan İrem bi de Levent Yüksel dinleyip, eski şarkılarla keyifleniyordum ki, fizy müyap tarafından kapatılmış.

Hayır yani bu benimle ilgili olamaz dimi, hani o kadar da önemli bi insan değilim, niye benim yüzümden kapatılsın dimi, ben bi iki haftadır fizy'ye takılmanın keyifli bi şey olduğunun farkına vardım diye değil dimi tüm bu kötü olaylar, hayır canım cık, bahtsız bedevi bile olamamamın, çölde kutup ayısına bile rastlayamacak kadar bahtsız olmamın fizy'nin başına gelenlerle bi alakası yok dimi. Benim yaşadığım yer böyle dimi, herkes şanssız bedevi dimi, sussan da susmasan da sıra ona da bana da sana da gelecek dimi!
Gidin yaaa ya....

Yine 145T!!!

Son bir ayda, tem otoyolunda 145T denen, toplu taşıma aracı üç kere bozulup, yolcularını otoban kenarında, bu sogukta magdur etti. Yani araçtır bozulur tabii fakat üç kere mi bozulur ya da üç kere önlem almazsan, aracın rutin bakımını yaptırmazsan mı bozulur? Neyse o sırada ben o otobüslerden birinde değil de temden geçen başka bir aracın içinde seyir halinde görüyorum bunları. Bi keresinde de benim içinde olduğum başka bir 145T durup, bu mağdur insanları otobüsü aldı, tabi alabildiği kadarını.

Düşünün bir kere herkes sabah sabah işine gücüne yetişme için erkenden kalkıyor. Sonra bu otobüse çift bilet basıyor. Oturabilen şanslılar dışında, ki ayakta yolcu almak yasak, sıkış tepiş, otobüse binmeye çalışıyor. Sürekli otobüs şöforü ve muavini tarafından taciz ediliyor: Seri olun!, ilerleyin!: Üst kata çıkın! : Üst kattakiler, siz arkaya , öne ilerleyin ortada durmayın! : Basamağı tıkamayın!..... gibi Ve üstüne de duraklamanın yasak olduğu, yoğun bir otobanda bozulup kalıyor. Kapasitesinin çok çok üstünde yolcu aldığı için de ancak üç dört otobüs sonra insanları bu mağduriyetten kurtarıyor. Tabi bu kurtarma mı yoksa başka bir mağduriyetin içine sürüklememi oluyor o da ayrı bir mevzuu.
Peki biz insanlar bunca eziyeti niye çekiyoruz. Çünkü mecburuz, o otobüse binemezsek işimize geç kalıyoruz. İşimize geç kalırsak işimizden oluyoruz. Bunu bilen toplu taşımacılar ve özellikle özel halk otobüsleri ve minibüsler bundan şahane bir şekilde nemalanıyorlar. Şimdi üç kuruşluk , evrimini tamamlayamamış yaratıklar tarafından sömürülmeye mi hayıflanmalı yoksa paranla gördüğün hayvan muamelesine mi içerlemeli, yoksa toplu taşımdan sorumlu yönetimlerin bu sorunu görmezden gelmesine, yok saymasına ve hiç bir çözüm üretme taraftarı olmamasına mı kıllanmalı, n'apmalı. İnsan sinirlenip sinirlenip sonra kendini anti- depresana mı vurmalı ki sinirlenmek, eylem yapmak, protesto etmek, tavır koyup bu araçları kullanmamak da faydasız, n'apmalı...
image şurdan

Değişen insan

Dün, sabaha kadar öksürmekten gözüme bir damla uyku girmedi. Lakin sabah ÖB'nin evden çıktığı ve bizim tombul kuşun eve gelme saati arasında şöyle bi dalmışım. Ama keşke dalmaz olaymışım. Rüyamda malum hastalık beni, "allah belanı versin, allah belanı versin, allah belanı versin..." nakaratında, ses tonunu alçaltıp, yükseltmeden, aynı tonda ve duygusuz bir şekilde taciz ediyordu. Sonra aniden kardeşim geldi, tabi ben hemen onu bu sahneden uzaklaştırmak için çabalarken ve "hasta ya, ne dediğini bilmiyor" diye açıklamalar yapmaya çalışırken, ter kan içinde, bir öksürük nöbetiyle uyandım.
Uzun süren hastalığın verdiği eziyet ve bu malum kabusların etkisiyle bu sıralar uyku denen şeyden uzakta zombi olarak dolanıyorum. Ve yine bu sıralar, Yaşar Kemal'in bir ada hikayesi üçlemesinde, Poyraz Musa ve diğerlerinin dediği şeyi düşünüyorum. Onlar acımasız bir savaşı yaşamış insanlar olarak artık hiç bi zaman eskisi gibi olamayacaklarını, yaşadıklarının etkisinde yaşamlarını sürdüreceklerini, zaman zaman birbirlerine itiraf ediyorlar. Ama unutmamam lazım ki, o adadaki insanlar bile hayata tutunmaktan vazgeçmiyorlar. Galiba ben de yaşadığım zor tecrübelerden sonra hiç bi zaman eski ben olamayacağım, fakat yaşadıklarımın ağırlığı beni değiştirse de, içimde kalan iyilikleri yeşertecek ve güzelliklere dönüştürecek kadar istekli olmalıyım. Ya da en azında böyle olmam gerektiğini düşünmeliyim.
image şurdan

Kabuğum ve Ben

Her gün farklı bir gün oluyor benim için bu sıralar. Kabuğumun içinde konaklamak ayrı bir tecrübe olurken, bazı zamanlarda kabuğumun dışına çıkıp başka yerlerde sabahlıyorum ve sabah iş yerime gelirken, vasıta sayısını ve pek tabii ki yol parasını da yarı yarıya düşürmek amacıyla yapılan kısa tabanvay yolculuklarım sırasında her gün ayrı bir sokaktan, burnumu denize doğrultarak, yolumu buluyorum. Daha önce hiç geçmediğim sokaklardan geçiyorum, görmediğim apartmanları keşfediyorum. Köşe başlarında, çıkmaz sokaklardaki kapı önlerinde farklı muhabbetler yapan farklı tiplerden insanlarla göz göze gelip, konuşmalarına kulak kabartıyorum. Çok güzel evlere rastlıyorum. Ulan diyorum, şurası da kiralıkmış ne güzel olur burda yaşamak.
Bi de her sokağın sahibi olmuş kedi toplulukları var. Hepsinin davranışları farklı oluyor yoldan gelip geçenlere; bazıları yalaka yalaka yanaşıyor, bazıları kaçışıyor, bazıları da çirkin çirkin bakıyor. Bi sokak var, ordaki bütün kediler park edilmiş arabaların üstüne tünemiş yatıyorlar, yine o sokakta her kapının önünde kediler için su kapları ve mama kapları var, sanki bu sokakta sadece kediler yaşıyormuş gibi bir hava var. Hiç köpek yok mesela ve olanların da sahibi var.
Yokuş aşağı yürümek de ayrı biz zevk, bi bakıyorum tramway durağına inmişim bile. Bu aralar da hava öyle yumuşak ki yani azmetsem atölyeye kadar bile yürüyebilirim.

kaplumbağa şurdan

Aspettami

Aspettami
Wait for me
I've been lost
Adrift at sea
In your dreams
Dream my way
Someday I'll find my heart
And come back to stay

Do you miss me
My darling
As I miss you
Take my hand
And pull me near
And never let me go again my dear

There was a time
I was safe in your arms
And the stars fell away like diamonds
Then we were young
And our love was younger still
Was it just an illusion
...

Yaşasın Ben II !!!

Böyle içim kıpır kıpır kımıldanmakta, aldığım onca antidepresan ve B vitaminlerine rağmen. İnsanın kendisini herkesten çok sevmesi ne kadar güç bi şeymiş. Bi şey yapmak istiyorum mesela; arayıp, birine seni kendimden hala çok seviyorum demek istiyorum ya da gidip yardım etmek, uğraştıklarına ortak olmak istiyorum hatta bu duygu bi yandan kalbimi kıpır kıpır kıpırdatıyor birine ama yine de kendimde takat bulamıyorum.
Yoruldum hakikaten, ağlasam geçer kıpırtılarım, belki günü kurtarırım lakin bir damla yaş da akıtamıyorum. Böyle karanlıkta gözüne ışık tutulmuş tavşan misali, donuk duruyorum.
Zor işmiş kendini sevmek, önce ben demek, hiç alışık değilmişim meğer, belki de ondandır huzursuzluklarım, kimse de önce sen dememiş bana hiç ne şanssızlık...

Yaşasın Ben!!!

Hayatta kendinden çok hiç kimseyi sevmeyeceksin ve kendinden çok hiç kimseyi düşünmeyeceksin.
Yavaştan kendimi sevmeye ve düşünmeye başladım. Yani normal bi insan tepkileri vermeye başladım bile. Umarım bu yoldan sapmam bir daha ve umarı bir daha hiç kimseyi kendimden çok sevmem!
İnsan olimmm iki dakka yaaa!!!!!!

sıkıcı uzun yolculukların çoğunlukta olduğu gün bitimim...

Bazen eve dönüş yolunu yarıladığım anda bana bi trak geliyor. Mesela dün olduğu gibi. Tramwaydan sonra metrobüse binmek için yaya köprüsünden aşağıya, durağa indim. Akbilimi butona dokundurup, çirkin akbil sesini çınlattım. Durak her zamanki gibi çok kalabalıktı. Bi kaç metrobüs bekledim. Sonra bi kaç tane, oturacak yer olmamasına rağmen, ayakta rahat yolculuk edilecek ve vücudun yeterli oksijeni alabileceği kadar sayıdaki yolucunun bulunduğu metrobüsler geldi ama ben binmedim metrobüslere; aslında ne binmek istedim ne istemedim, ne eve gitmek istedim ne de orda durakta öylece kalmak istedim. O sırada kırk dakka falan geçmiş. Durak bi doluyor bir boşalıyor, ben durduğum yerde duruyorum; omzumda hem fotoğraf çantam, hem de el çantam, sol omzum yük taşımaktan sağdakine göre daha aşağıda, öylece duruyorum hareketsiz. Sonra cep telefonum çaldı da kurtuldum hareketsizlikten. cebimi açtım, arayan kişiyle konuştum, konuşmam bitince ilk yanaşan metrobüse atladım. Yoksa ikinci bi trak yaşamam an meselesiydi.
Metrobüs yolculuğum bitince Avcılar'da neye binsem, otobüse mi binsem, minibüse mi binsem yoksa ilk durağı avcılar olmayan ve yoldan gelip geçen bir otobüse mi binsem diye düşünürken yine bi trak yaşadım, sonra kendime gelip, düşünmeden önüme gelene bindim. Bu sırada saat 19.00'da çıktığım yolculuğu saat 21.30 civarlarında tamamlamış oldum, markete girip, alışveriş yapmamı da sayarsak saat 22.00 da eve vardım. Her zamanki gibi elimi yüzümü bile yıkamadan, üstümdekileri sıyırıp, en yakın yatak kıyafetlerini üstüme geçirip, 36 ekran küçük tv mi açıp, genel ışığı södürüp,gece lambasını yakıp, yatağa girdim. Yarın tekrarlayacağım bu traklarla dolu olacağını bildiğim uzun, yorucu ve yıpratıcı yolculuğumu düşünürken, yorgun zihnimi ve vücudumu uykuya teslim ettim.