RSS

Bas Gaza Türkiye Bas Gaza...!!!!!!

Bütün Türkiye Maça kilitlenmişken, ben de ara sıra dışardan gelen çığlıklara göre içerde maçı seyreden ÖB'nin yanına gidip merakımı giderip tekrar pc'min başındaki uğraşıma dönüyordum, bi süre sonra tazı burnum mutfaktan gelen çöp kokusunu algıladı ve "ulan yine unuttuk çöpü atmayı, bizim mal kapıcı da şimdi içiyodur maçı bahane edip, ondan bi daha dolaşmaz apartmanda, iyisi mi ben silahlar patlamadan, serseriler gaza basıp caddeleri istila etmeden çöpü atıp da gelim" dedim kendi kendime.
Attım çöpü, dönerken yan apartmanın bir penceresinden gelen seslere yöneldim: İki orta yaşlı teyze, biri diğerine; "değiştirin değiştirin kanalı, içim almıyor wallahi, ay çok fena oldum" dedikten sonra öteki de muhtemelen evdeki üçüncü kişiye; " değiştir değiştir wallahi ben de bi acayip oldum" dedi. Ben yine içimden "ulen bi bienalde bir Türk'ün bi sanatı, bi eseri sergilense, ya da herhangi bir festivalde bir Türk ödül alsa bu kadar heyecan yapmazsınız kevaşelerrr!!!" diye geçirdim içimden. Sonra yukarı çıktım ki meğersem son dakkada Türkiye gol yemiş ve elenmiş. Demek bu teyzelerin içi ondan böyle şey olmuş hımm... ÖB de "bu sefer iyi oynamışlardı ama şanssızlık oldu" dedi.
Eeee Gary Lineker'in dediği gibi: "football is a very simple game. for 90 minutes 22 men go running after the ball and at the end the germans win."
Hem ayrıca bu bir oyun, eğlenmek için lakin bizim için at, avrat, silah Üçlüsünün son halkası gibi bişi oldu. Neyse işte böyle.
Ben de bu biten futbol macerasından sonra yine bizim için yazdığım şarkı sözlerini iftiharla sunarım: Bas gaza Türkiye bas gaza; Bas gaza Terim bas gaza; Yediğin zamlar tam gaza; Sen maça ver aklını bas gaza; Elektrik zammı kapıda; Bas gaza Türkiye bas gaza; zamlı zamlı bas gaza...
Not1: Haaa bu arada gerçekten de gaza, kornaya,silaha ve havai fişeğe basanların sesleri de yatak odamızın kapalı penceresine rağmen kusursuzca duyulmakta o şu an!!!!
Not2: Ayrıca benim seyrettiğim; Türkiye ve Milli Futbol takımımızla tek yürek, cesur yürek, heyecanlı yürek olduğum ve takımımızın hiç bir maçını kaçırmadığım tek futbol müsabakası 2002 FIFA Dünya Futbol kupası olmuştur.

Bir İnsan; Bir sanatçı; Bir anarşist; Bir müzsiyen; Kazım Koyuncu!!!

Her gün üç ölçek dinlediğim, hiç gitmiş gibi düşünmediğim insan, hatta onu dinlerken bi konseri olsa da gitsem diye aklımdan geçirdiğim, gidişini hiç kabullenmek istemediğim güzel insan: Aslında Seninle ilgili böyle bir anma gönderisi hiç yazmadım, yazmak istemedim ama bu sene bi böyle gidişini kabullenmişim gibi duygularım depreşti, bi böyle bi tuhaf oldum da senle ilgili yazmak belki iyi gelir diye düşündüm.
Ahh keşke.....
fotoğraf şurdan

Cennete Bi Gidiş-Dönüş Lütfen!!!

Evime ulaştığımda, her zamanki gibi annem beni benzincide elinde ineceğim dolmuşa verilmek üzre hazır tuttuğu bozuk paralarla bekliyordu. Çıkıştım ona hemen:" Ya anne bi izin vermiyorsun, evimin kapısını kendi anahtarımla açmamı, çocuk muyum ben; walla bi daha gelicemi haber vermicem yaw, cıkcıckcık..."diye ama beni ciddiye almadı tabi hatta "çok konuşma hadi, ben çocuklarımı sokakta bulmadım, öyle başıboş bırakamam"dedi. Aslında ne yalan söyliim bu sefer pek tepki vermedim zira annemin sevgisini ve ilgisini özlemişim.
Yüküm olmadığından , bakkaldan çavdar ekmeğimizi alıp 1.5km'lik yolu, sağımızdaki solumuzdaki zeytin ağaçları eşliğinde yürüdük, saat daha sabahın 08.00'iydi ama acayip sıcaktı. Eve vardık, hemen kahvaltı, ardından bi telefon; kardeşim, özlemiş beni, son kavgamızın üstünden bir yıl geçmişti, o günden beri görüşmemiştik tabi tel. konuşmalarını saymazsak. "Gelsene" dedi bana ben de "sen gel yaw denize gireriz burda, şimdi İzmir yanıyordur bunalırız orda" dedim O da hiç ikiletmedi "doğru lan ben gelim hadi" dedi ve üç saat sonra evdeydi:))
Annemin keyfine diyecek yoktu. Rahmetli Fehmi amcanın bisikletini de alıp, üçümüz denize gittik. Ohh öyle güzeldi ki. Uzun süredir ilk defa bisiklete binmenin, yüzmenin, kardeşimle şakalaşmanın, annemle suyun içinde boğuşmanın keyfini çıkarttım.
İlk akşam Kardeşim mangal yaktı, yedik de yedik, yanında da biraları götürdük. annem de yok ben o kadar içmem diye diye yarım benim biradan yarım kardeşiminkinden derken nerdeyse bizim kadar birayı hüpletip kikir kikir kikirdemeye başlayınca asıl eğlence o zaman patladı. Ama sonra, çektiğimiz videoyu seyredince o halde bile bizimle kafa yapanın annem olduğunu farkettik ve bu sefer de annem bizimle bayağı eğlendi.hahahaha... çok komik kadın yaw şu annem!!!:)))
Site öyle güzel olmuştu ki, sanki bolluk ülkesine gelmişim gibiydim. Her yer yemyeşildi. Bahçelerdeki meyve ağaçları artık üstündeki meyveleri taşımaktan yorulmuş, kollarını toprağa doğru indirmişti. Herkes reçel sevdasındaydı, en çok da kayısı, her evin bahçesinde güneşte dinlenmeye bırakılmış, üstü tülbentle örtülmüş kayısı reçelleri vardı.
Son günümde annemle deniz dönüşünde kapımızın önünde bir leğen dolusu dalından yeni toplanmış vişne karşıladı bizi. Laz komşumuz tam üç tane vişne ağacının dallarını basan meyvelerini konu komşuyla paylaşıyordu. Hemen herkesin kapısının önünde içi meyve dolu leğenler görülebilirdi. Eeee çok olunca millet de n'apsın birbirleriyle paylaşıyordu, ne güzel.
O kadar vişneyi bir arada görünce benim gözüm döndü tabii, duşu muşu es geçip, tuzlu bedenim ve yaş bikinimle, hemen balkona yerleşip vişneleri çekirdeklerinden ayırmaya başladım, bi yandan arada ağzıma atıyor bi yandan da anneme" anne bunların hepsini reçel yapalım" dedikçe annem" kızım delirdin mi, o kadar vişneyi nasıl ayıklıcaksın, delirirsin aç gözlü kızım benim"diye dalga geçiyordu. Hakkatten de bi süre sonra yıldım, "aman doğru ya yeter bu kadar kalanı senin olsun anne" dedim ve kalktım vişnenin başından ama sonra pişen reçeli 6 kavonoza zor sığdırınca ne kadar çok vişne ayıkladığımı da farkettik!:)) İnsan aç gözlü olmaya görsün.!!!
Tabi denizden ve meyvelerden, biradan, şakadan komiklikten artakalan zamanlarda da annemin laptopundaki baş belası vistayla ilgili sorunlarını çözmeye çalışmaktan nete de giremez oldum, zaten annemden de pek fırsat olmadı zira bizimkisi laptop recai olmuş, bi de akı boku yüklicem diye aletin ..mına da koymuş, sürekli bi "DŞ yavrum bi yukarı gel, bişi oldu, bi yukarı gel şu ne demek , şunu nasıl yapıyorduk" diye diye benim de beynimi şey etti durdu. Ama tabi bu laptop olayı anneme çok yaramış, artık nerdeyse aramızda kuşak farkı kalmamış hhahaha teknolojik anne olmuş çıkmış, her şeyi nette yapıyor, gazeteleri nette okuyor, her yenilikten haberi var, kendine thunderbird bile indirmiş, maillerini direkt ordan kontrol ediyor bi de her yeni çıkan kitaptan haberi var ve daha neler neler...:))
Bu arada Kardeşim geleli üç gün olmuştu ve gariptir hiç kavga etmedik, galiba çok özlemiştik birbirimizi, denize gittik, sahildeki çıtırlarla eğlendik, akşam gelsin biralar gitsin mangalda yemekler, salatalar. Çok güzel günler geçirdim. Sonra kardeşim döndü, iş güç tabii, üç gün sonra da ben döndüm.
Annem ve kardeşim " bi dahaki sefere hadi inşallah maşallah temelli gelirsin ÖB'le " diye bana temenni de bulundular, Hatta bi ara kardeşim tekrar İstanbul' a gitme ihitimalini konuşurken annemin morali bozulmuş,"Maden aynı ülkede yaşıcaz ne diye uzaklara gidiyordunuz be çocuğum, gittiniz zamanında döndünüz geri artık yakınımda olun, artık çok uzakta olmanızı istemiyorum" diye gönül koydu bize.
Çok güzel günlerin ardından buraya döndüğümde burdaki hayatımdaki değişikleri henüz farkedemedim ama sanal alemde neler neler olmuş; mesela Nakhar vize alamamış; üzüldüm; Hüthüt kuşuna deli saçması bi yorum gelmiş, çok tepki alınca yorumun sahibi şaka şaka diye geçiştirmiş, pigmelerle dans eden Uganda'ya geri dönmüş; Diagonal Öss'ye girmiş, nişanın yapmış, Gay kedi yine her zamanki istikrarlı güncellemelerine tam gaz devam etmiş, mahallenin delisi hasta olmuş; persona filmlerle ilgili yazılarına devam etmiş;timeconsuming İstanbul'da yaşamaya başlamış; doktor bora eski karadeniz turunu yüklemiş yine en başa, tabi diğer blogda hastalarından öğrendiklerini nonstop aktarmaya devam etmiş; readerdan okuduğum bloglarda da bazıları yazmış bazıları aynı kalmış; blogunu güncellemeyenler de hala harekete geçmemiş......!!!! Yani sanal dünyamda hayat devam etmiş, tecrübeler, duygular akıp gitmiş....
Şimdi ben de kaldığım yerden devam etmeye başladım, bakalım....

Dönücektim ve Döndüm!!!

Çırpındıkça battığım bi bataklıktaydım sanki, ben çabaladıkça, çözüm bulmaya, iletişim kurmaya çalıştıkça daha da batıyordum. Sanki bir kabustaydım ve yürüsem de aslında yol katademiyordum, olduğum yerde koşuyordum. Kaç yıldır bi şeylerin arkasına sığınarak canımı acıtıyorlardı. En sonunda ben de tepki vermeye başladım. Ben de can acıtmaya hatta her geçen gün daha da şiddetli acıtmaya başladım. Bir yerden kopsun herkes irinini boşaltsın istedim. Ama o da olmuyordu. ben acıttıkça öteki daha acıtıyor sonra yine ben yine öteki derken kendimi bir döngünün elemanı olarak buldum. Oysa ki neleri çözmüş, neleri yoluna koymamıştım ki; boyumdan büyük meseleleri halletmemiştim ki ama bunu çözemedim. Sonunda bir fırtına kopardım hem de doğum günümde, artık hallettiğim problemlerin ısıtılıp ısıtılıp önüme konmasına izin vermemeye karar verdim ve sonunda bir fırtına kopardım hem de doğum günümde. Kökten çözümlerle çalkanan beynim daha da hızlı çalışmaya başladı ama neden sonra ÖB beni durdurdu ve bana " Bu sefer ben halledicem; her şeyi yoluna bizzat ben koyucam" dedi, söz verdi hem de doğum günümde. Ve bu söz hep aklımda kalacaktı ve dokuz haziran iki bin sekiz, bu hep aklımda kalacaktı; yaşadıklarım, o gün hissettiklerim, inadına beni neşelendirmek için km'lerce uzaktaki dostlarımın nette yaptıkları şovlar, yakınımdaki dostlarımın sıcaklağı, iyi şeyler kötü şeyler...

Bu sözün ardından ben kafamda radikal kararlarım evime gittim, anneme. Ve orda olduğum sürece ÖB'yi hiç aramadım. Sürekli düşündüm; şöyle yaparım, böyle olur, şunu şuraya koyarım, olmadı, alır böyle koyarım derken sonunda kafamdaki her şeyi netleştirdim. Her şeyin dışına çıkıp uzaktan izledim ve aslında ne kadar doğru kararlar verdiğimi anladım. Rahatladım. Artık ne ne durumda ne yapabileceğime duygularımı karıştırmadan karar vermiştim ve artık can sıkıcı tekrarlar yaşamayacaktım, yoluma kaldığım yerden devam edecektim.

Keşke annemin de bütün bu yaşadıklarından haberi olsaydı. Eminim o daha önce daha sağlıklı kararlar vermemi sağlar, bunca eziyeti çekmeme engel olurdu. Ama artık bir yetişkindim ve onu kendimi bulaştırdığım meselelerle üzmek istemedim keza kardeşimi de!!

Sonunda ÖB'yle aramızdaki sessizliği yine ÖB bozdu. Beni ilk arayan o oldu. Telefonda saatlerce konuştuk, öyle uzun konuştuk ki annem ve kardeşim bi sorun olduğunu anlamasın diye evden uzaklaşırken kendimi sitenin yanındaki karanlık ve ıssız tarlanın ortasında buldum, sonra biraz sakinleştik ikimiz de, sonra konuşmaya devem ederken ben tarladan çıkmaya ve ışığa doğru yaklaşmaya başladım. Artık sol kulağım kıpkırmızı olmuştu ve daha fazla konuşmak istemedim ve konuşmayı bitirdik.

Sonraki günlerde de hiç aramadım ÖB'yi. Oysa özlemiştim çok ama yorulmuştum da, kolum kalkmadı onu aramaya.

Evimdeydim, sanki burdan hiç ayrılmamışım gibiydim. Her şey bıraktığım gibiydi, odam, yatağım, kitaplığım... Uzun süredir ilk defa, yıllar önce öğrenciyken şımarıklık yapıp aldığım 200cmx200cm'lik koca yatağımda, o tanıdık anne kokusunun sindiği nevresimlerimde, deliksiz gece uykuları uyumaya başladım. Uzun süredir ilk defa uykumu almış olarak sabahın 6'sında dinç bi şekilde uyandım, Uzun süredir ilk defa domates, biber, keçi peyniri , anne yapımı reçel, zeytinle ve anneyle kahvaltı ettim. Uzun süredir ilk defa okuduğum kitabıma odaklanabildim, uzun süredir ilk defa bisikletle alışverişe gidip durdum, uzun süredir ilk defa huzurlu , mutlu ve sakindim.

Sonra yine ÖB aradı. Biraz bozuktu bana haklı olarak çünkü hiç aramadım onu; O aradığında da tek ilgilendiğim, sorduğum Fatma Girik'ti. Bana "gelicek misin" diye sordu. Ben de "evet gelicem" dedim. Çocuk diildim ya, dönücektim elbet, orda iki tane evim, bir Fatma Girik'im bir dedem ve bir sevgilim vardı. Dönücektim elbet, orda kurduğum hayatımı yarım bırakcak değildim elbet!!! Dönücektim elbet ordaki hayatımın kahramanlarına benimle gelip gelmeyeceklerini sormadan gidip de dönmemezlik yapamazdım. Hayattan o kadar da korkmuş Kezban pozlarına giremezdim, dönücektim elbet!!!!

Denziatı; Kordon; İzmir!!!

Hafta içi; iş güç, Fatma Girik; haftasonu; Fatma Girik, Hüseyin Çavuş, temizlik, yemek derken bütün sorumluluklarımızı yerine getirdikten sonra , kendimize de bi yarım ya da bir saat ayıralım dışarı çıkıp yürülerim dedik.

Nitekim yürürken Bahçeli'de salaş bir yer çıktı karşımıza, rock çalıyor, tahta masaları ve yüksek tabureleri var ve 50'lik fıçı 3,95ytl, cazip geldi tabiii bu İzmir Kordon'daki Denizatı'nın ilk hali gibi görünen yer ve hemen çöktük. Biralarımızı istedik yanına da Fındık. Muhabbet hemen İzmir'e kaydı tabii, mekanın Denizatı'nın ilk haliyle benzerliği sebebiyle( bir de yanda balıkçı varmış, ben de deniz kokuyo yaa burası ne tuhaf diye düşünürken farkettik haahahaha....) ; "ne içerdik ya dimi ÖB, sen İzmir'e gelirdin teleferiğe çıkardık, içerdik de içerdik, sonra kordon'a gider bizim çocuklarla cigara takılırdık, denizatında da bi çeşit cila yapıp, son vapurla karşıya, eve döner deliler gibi sevişir, gecenin bi yarısında tatlı aramaya çıkardık sokağa"diye sesli bi şekilde düşünmüşüm, ÖB de hemen " evet ya ne güzeldi o günler, benim için senin yanına gelmek çok güzeldi, çok hoşuma gidiyordu "dedi. Hemen sorgulayıcı soru geldi benden tabii bunun üzerine " Bu şehirde sürekli beraber olmamıza rağmen mutlu değiliz dimi" Dedim ve ÖB şöyle devam etti:" Aslında mutluyuz ama sen her şeyi kafana takıp, çözülmez sorunlar haline getiriyorsun, çok önemsiyorsun ve hep burdan gitmek istiyorsun" dedi. Biraz sessizlik oldu. Sonra sessizliği bozan yine ben oldum: "Evet doğru söylüyorsun, hep burdan gitmek istiyorum bu yüzden de burda bi şey yapamıyorum, bütün hayatım gitmek üzerine kurulu, burda yaşarken hep bunu hayal ederdim sonunda tam başarmıştım ki sen çıktın karşıma ve beni yine buraya sürükledin" dedim ve ikimiz de sustuk.

Bi süre yan masadaki gençlerin konuşmalarına kulak kesildik, hep arabalardan ve maçtan bahsediyorlardı, oysaki dış görünüşleri tam bir rockçı gibiydi ve sanki anarşist bir ruha sahip gibilerdi ama hiç biri ne müzikten ne de başka bi şeyden bahsediyorlardı, akılları fikirleri para, paranın satın alabileceği arabalar ve futboldu, işin garip yanı kızlar da aynı onlar gibiydi, onlar da oğlanların sohbetine bir iki şuh kahkahayla eşlik ediyorlardı. Hayal kırıklığı ve muz kabuğu eşliğinde hadi birer daha 50'lik yuvarlayalım olduk.

İkinci 50'likte uzun süre içmeyen bünyem sarhoş olmaya çoktan başlamıştı. Şu an bana tır var şoför yok deseler hiç tereddütsüz, ben kullanırım diyecek haldeydim. Bir an masadan uzaklaştım. Böyle anlarda normalde yapmak isteyip de yapamayacağım şeylere yeltenen biri olarak önce, malum kişiye tel. açıp; "sen var yaaa senn, sen benim hayatımdaki EN BÜYÜK HAYAL KIRKLIĞIMSIN, bu kadar aciz bir insan olduğunu şimdiye kadar göremediğim için sana mı kızmalıyım yoksa kendime mi bilemiyorum; şu andaki mutsuzluklarımın en büyüğü, hayatımın en büyük çözümsüzü olduğun ve hayatta en çok önem verdiğimi extra mutsuz ettiğin için azııına sıçmak, koca burnuna kafa atmak, tekme tokat dalmak istiyorum sana göt lalesi" diye bir mesaj atmak; Kardeşimi arayıp:" yaa kardeşim seni çok seviyorum, ama anlaşamıyoruz, ne zaman biraraya gelsek birbirimizi yiyoruz ama senle karekterlerimiz farklı, o yüzden n'olur bana gönül koyma, beni seni bu hayattaki her şeyden daha çok seviyorum ve çooook özlüyorum" demek; annemi arayıp: " Yaa anne seni çok özledim, cebimde 100 ytl olsa bu gece basıp sana gelmek isterim, hatta cebimde hep nakitim olsa her aklıma geldiğinde 12 saatlik yola aldırmaz gelirim" demek ve karşımda sevgilim olmasa avazım çıktığı kadar, anıra anıra başarısız hayatıma ağlamak isterdim ama bi kaç saniye sonra uzaklaştığım masaya sevgilimin koluma dokunması ve " n'oldu daldın canım " demesiyle birden dönüverdim. Ve "hiçç öyle daldım işte, saçma şeyler geçti aklımdan" diyerek ikinci bardaktaki son yudumumu da fondip yaptım.

Bi yarım saat daha burda takılıp kalktık zira daha fazla içmek beni gerçek hayattan uzaklaştıracak ve bu yüksek ve rahatsız tabureler kıçımıza daha da batacaktı. Tam kalktık yağmur yağmaya başladı, he heheh ne güzelll....

hayat güzelmiş oldum, tır verseler kullanırım ya da şu yüksek inşaatlarda kullanılan vinçlerin asarsöreleni hahahahaa.....!!!!!!

Not: Fotoğraf da şurdan. Biz denziatında biralarımız yudumlarken iri dalgalar yoldan geçen arabaları ve kaldırımda yürüyenleri ıslatır, rüzgar o dalgaları oturduğumuz yerden yüzümüze savururdu, aynı bu fotoğrafataki gibiydi. Tabi bizim ÖB'yle takıldığımız zamanlarda kordon ve denizatı çoktan şimdiki halini almıştı onu belirteyim de sonra tanıdıklar şaşırmasın dimi ahahaha......

Gönüllerin kralı Ooooo Yeeee Oooo Yeeeeee!!!!!!

Sene 1994,Kayseri, Erciyes Uni. Daha hiç birimiz o çok istediğimiz okullara girebilmiş değiliz. Hepimiz birbirimizden habersiz aynı kampüsün içinde ve hiç tanımadığımız bir Anadolu kentinde oyalanmaktayız.

Hani bi söz vardır, bok boku kenefte deli deliyi dakkada bulur diye. Bizimkisi de o hesap. Kulakları çınlasın, bir Ali İhsan hocamız vardı, sürgün; oruç tutmuyor, namaza gitmiyor diye adama okulun en köhne, bir o kadar da en güzel yerinde bir atölye vermişler, sen burda takıl demişler. Resim yapmaya gelen olursa ilgilenirsin diye. İşte biz de bu emekliliği yaklaşmış, çakır gözlü, yakışıklı resim hocamızın mekanında, onun yarı gerçek yarı hayali maceralarını dinlerken karşılaşmıştık birbirimizle. Tabi önce çok gıcık olmuştum hepsine. Zaten paronayak bir insan olarak herkesin diğerleri gibi olduğunu düşünüyordum, büyük kantinin önünden geçerken beni tenekeciye bak sen diye taciz edenlerden, evime kadar takip edenlerden sanıyordum herkesi. Yani Ali İhsan hocanın atölyesine takılması önemli diildi, onlar her yerdelerdi zaten. Neyse işte sürekli Ali İhsan hocanın oradaydık, hepimiz ucundan azıcık sanatla ilgileniyorduk. Tartışıyorduk, kavga ediyorduk, hoca bizi ayırıyor, bazen hoca birinin fikrini tutmayınca korkuyor ve onu kovuyordu atölyesinde, kimi zaman bize yemek yapıyor gelin çocuklar diyordu. Böyle böyle hep rastlaşıyorduk yeni okulda yeni arkadaşlarla. Biri Ordu'dan gelmiş, Biri İzmir biri Kütahya biri de Ankara.

Bir gün İzmirli Ankaralıya gelip Ordulu'nun Bugün doğum günü var, kampüste kutlucaz sen de gel dedi. Neyse zaten yapılcak en iyi şey kampüste vakit geçirmekti. İki arkadaş kampüse indi.
Aslında Ankaralı'nın niyeti kampüse inmek ve kendi kafesinde arkadaşlarıyla takılıp sonra da Ali İhsan Hoca'ya gitmekti. Ama bir anda kendini doğum günü çocuğu Ordululuyla ve onun büyük kantinden fırlamış tipli arkaşlarının arasında buldu kendini. Bu tipler değil miydi kantinin önünden geçerken onu hep taciz edenler, korkutanlar, evine kadar takip edenler. Şimdi dayak yemek pahasına bile olsa açacaktı ağzını. Nitekim de öyle yaptı. Herhalde Ordulu hayatının en gergin ve en suçlayıcı doğum günün geçirmişti benim sayemde.

Bu doğum günü olayının üstünden bir kaç hafta sonra Ordululuyla otobüste karşılaştık. Benim de başıma kazakistanlı biri musallat olmuş, kurtulamıyordum. Hayır aynı dili bile konuşamıyorduk. Kötü davranıyorumdum onu bile anlamıyordu. Aşık olmuş salak, halbuki benim de kıza benzer bir halim yoktu o zamanlar, görenin kabus sanıp korkacağı bir kılıktaydım ve hatta her an ülkücü gençlikten dayak yeme potansiyeli olan bi tiptim. Yani her durumda tehlikeliydim. Neyse Baktım bizim Ordulu da aynı otobüste ama bana yanaşmıyordu tabi haklı olarak. Ama n'apsam yahu , Şu malaktan kurtulmam lazım. Evimi falan öğrenir, al başına belayı sonra. Bir kaç dakka sonra tüm gururmu yerler altına alarak bizim Ordulu'ya yanaşmış, "Aaaaa mkh naber yaa, görüşemedik o günden beri " diyerek şapır şupur öpmüştüm. Tabi çocuk da şaşırmıştı. Sonra "aç mısın nereye gidiyorsun" diye sormuştum. Yurda gidiyormuş, yemek de yememiş daha. Bu durumu ganimet sayan ben, kolundan tutup eve bir iki durak kala inip MKH'yi de koluma takıp markete gitmiş , soğuk sandwich malzemeleri alıp bizim eve götürmüştüm bizimkisini. Ama MKH hala şoktaydı, yemek yedikten sonra durumu anlatmıştım ona. Hiç kızmamıştı bana aksine aramızda gizli bir arkadaşlık başlamıştı bile. BU olaydan sonra bi kaç kere şehirde karşılaştık yanında yıllar sonra aynı okula girip hatta sene farkına rağmen ortak derslerimizin olacağı ekürüsü kütahyalıyla birliktelerken ve her karşılaştığımızda beni kolumdan tutup zorla yemek ısmarlamıştı.

İŞte böyle aynı takımı tutmayan iki insan gibi, fikir ayrılıklarımız uçurumun eşiğindeyken uzaktan arkadaş olduk. Okulun kapanmasına yakın MKH makinalarından birini satmaya karar verdi. Ben de yabancıya gitmesin diye aldım hemen. Sonra ayrılık vakti. Birbirimize ev telefonlarımız verdik ve hangi zamanlarda bu numaradan ulaşılabileceni söyledik birbirimize. Sonra herkes evine, yurduna, köyüne gitti.

Musti'nin bana sattığı makina sayesinde daha derin bir arkadaşlığımız başladı. Hep makinayla ilgili bi şey sormak için taaa köyünü bile aradım.İşte o aramalar sırasında bizimkinin Mimar Sinan Fotoğrafa girdiğini bizim kütahyalının da Dokuz Eylül Fotoğrafa girdiğini öğrendim. Sonra sonra bizimkilerle paylaşımlarımız çoğaldı. Çok iyi dost olduk.

Şimdi sene 2008 ve aynı şehirlerde yaşamıyor olsak bile geriye bir ben bir MKH kaldık. Hala en iyi dostum, hala hayatımda ilk gördüğümde çemkirip de sonradan en çok sevdiğim tek kişi, hala en çok kavga ettiğim, hala en çok küstüğüm, hala moralim bozulduğunda en çok ağladığım, hala en çok görüştüğüm, hala bu kadar yıl olmuş doğru düzgün bir hediye alamadığım(ama azimliyim, çok para kazandığımda çok hoşuna gidecek bi şey alacağımdam eminim hahahah....), Hala ...... Hala ..... Hala hala hala diyebildiğim;
DOĞUM GÜNÜN KUTLU OSSUUUUN DOSTUMMMMM!!!!
Pastanın aslı şurdan