RSS

Bab'aziz!!!

Bu sıralar İran sinemasına takmış durumdayız. Her hafta en az 4 film alıyoruz, bulursak tabi. Şu an,  geçen hafta bulup izlediğimiz filme, tarih 24 haziran pazar gününün,  saat 01.18 i gösterirken TRT 1 de rastladım. Fİlm başlayalı çok olmuş hatta sonuna yaklaşmış lakin tekrar yakaladığım yerden seyretmekten kendimi alamıyorum.

Şu su böreğinin ettiği......

Bugün saçma bi güne uyandım, yataktan zor kalktım. Sanki ertesi gün bu halde olacağımı biliyormuşum gibi, akşamdan evde yapılacak tüm işleri yapmıştım, her şeyi düzenlemiş, hatta sefer tasımı ve yarın yanıma alacaklarımı bile hazırlamıştım.

İlk iş duş almaktı ama almadım. İki saat ne giyeceğimi düşündüm, zira bu şişmanlık artık canıma tak etmeye başladı. Etek giysem baldırlar pişik olur, pantolon giysem götüm çıkar, tayt giysem üstüne uzun bi şey geçirmek lazım derken, her zamanki forma kıyafetimi üstüme geçirip, kendimden memnunsuz bi şekilde evden çıktım.

Bugün son günü olan aidati ödemek için  bankamatikleri dolaşıp, kalan bakiyeleri çekip, parayı denkleştirdim, ödemeye gitmeden önce bizim orda yeni açılan Haci Sayid denen yere oturdum,
aslında canım bi şey istemiyordu ama karnım acıkmıştı kahvaltı yapmak lazımdı. Refleks olarak bi küçük açık çay ve su böreği istedim zira bu durumda su böreği her zaman beni memnun eden bi şeydir. Oturduğum masa pisti, garsonu çağırdım, sağa sola tek başına koşturmaktan hayli telaşlı olan adam hızlı bi şekilde siparişimi aldı. Sonra bi bezle gelip masayı sildi. Fakat silmeseydi daha iyiydi, şu keyifsiz günüme pis kokular da eklenmiş oldu. Garson gidince, bezin masada bıraktığı iğrenç kokuyu daha fazla solumamak için çantamdan ıslak mendil çıkartıp masanın bana yakın kısımlarını  bi güzel sildim. Sonra çay geldi, soğuktu, kaşık kirliydi ama zaten ben şeker kullanmıyordum, ardından su böreği geldi; yanında domates ve hıyarla servis edilen bi su böreğini ilk defa yiyecektim. Görünüşü güzeldi ve bense  aç, şişman bir kadındım, üstelik de o an çok mutsuzdum.  Soğuk çayımdan bi yudum, börekten bi lokma derken yedim bitirdim, burnumda hala silinen masada kalan kötü bez kokusuyla. Sonra hiç şikayet etmeden hamur olan ve  yedikten sonra ilk defa  daha da mutsuz olduğum,  görünüşü güzel tadı kötü böreğin ve soğuk çayın parasını ödeyip çıktım ordan. İçimden " biraz sabredip, çiğdem'de yeseydim bu böreği hem günü kurtarmış olurdum hem de bu aldığım yağların hakkını verecek bi tat bırakırdım zihnimde" diye kızdım kendi kendime.

Gidip aidatı ödemeye çalıştım, almadılar, sonra bütün hesaplardan topladığım paraları bi hesaba yatırıp , gelip iş yerine , netten ödedim.

Geri kalan günüm mutsuz, tatsız bi şekilde yapılması gerekenleri yaparak geçti. Birazdan  SH ile tünelde buluşmaya gidicem, hala tatsızım, alkol alsam biraz havam değişir mi acaba diye düşüneceğim yolda, yoksa boş yere göte, göbeğe kalori depolamayalım.

Hadi çıktım ben....

ÖB'ye Doğum Günü Hediyesi

Bugün atölyede şöyle bi güzellikle karşılaştım.
Masama bırakılmış bi  kitap; Michel Foucault, hapisanenin doğuşu.
Hemen atölye arkadaşım G. hanımefendiyi aradım, nedir bu benim masama bırakılan kitap dedim:
O da :" O kitap ÖB'ye benden doğum günü hediyesi( ki bana da doğum günüm gelene kadar üç tane hediye almışlığı vardır kendisinin huyudur), üstelik de  onun en sevdiği hocasının( MEHMET ALİ KILIÇBAY) çevirisi, içine de o üzücü olayı yaşadığınız günün anısına bir de şiir ekledim, oku bak sen de " dedi. Ben de huysuz bi şekilde: " yahu daha adamın doğum gününe iki ay var, üstelik ben şiir de sevmem, kafam basmıyor diyorum sana, bana niye oku diyosun" dememe kalmadı her zamanki huyu gereği, telefonu çoktan kapatmıştı.
Neyse aldım kitabı elime, dur lan bi bakim ne şiiriymiş bu dedim. Okudum, sonra ikinci defa yavaş yavaş okudum ( IQ'um gereği), sonra beni aldı mı bi ağlama, duramıyorum, o esnada çaycı girdi içeri, ama girdiğine pişman oldu adamcağız, n'apcanı şaşırdı, sonra aceleyle çıktı, sonra yine girdi içeri telaş içinde , ben hala zırlıyorum, bi kessem sesimi, adam cesaretini toplayıp n'oldu diye soracak, soramıyor, ben biraz kendime gelip, O. Abi çay var mı deyince adam şaşkın şaşkın; "büyük mü olsun" diye sordu, sonra çıktı.

Şimdi hiç huyum değildir ama, bu G. hanımefedinin bizim o acı günümüzün anısına ki, bizi yalnız bırakmayıp, kendi büyük büyük sorunlarını bi kenara bırakıp,bizimle kederimizi paylaşıp, acımıza o anda bile ortak olmuş şahane dostumuzun bizimle özellikle sevgilim ÖB ile paylaştığı bu şiiri kayıtlara geçirmem gerektiğini düşünüyorum:


Çağın gereği....

Sosyal medya diye bi şey var dimi artık(?)
Ossurduğunda bile oraya yazıp kamuoyu yaratmak.
Sonra  da bunun adı çağın gereğini yapmak oluyor.

Çılgınlığın dibine dibine!!!

Şimdi kalk taaa Küçükayasofya'dan, Beyliğindüzüne git. İki buçuk saatin yollarda geçsin, cebinden sayılı para, telefonun yok, internetin yok, evde yiyeceğin yok, yanında sevgilin yok, arkadaşın yok, dünkü gibi bi de elektrikler de olmazsa, onca yolu gittiğime mi yanacağım, elektriksizliğe mi, yalnızlığa mı, teknolojisizliğe mi, kimseyle iletişim kuramamaya mı, allaaam acaba gitmesem de bu gece SH'de mi takılsam acaba? Yok bi de ben bu sabah evden çıkarken, buzdalobı da uzun süre cereyansız kalmaktan sinyal verip duruyordu, eve gittiğimde eğer elektirik varsa, onu da super soğutma moduna getirip normal soğukluğuna da döndürmem lazım ya da, kendimi yaa aman siktir et sokarım buzdolabına, biraz rahat insan olayım moduna mı döndürsem, hangi modu döndüreceğimi bilememezlik içindeyim o şu an.
Acaba bugün skype dan  5 euroluk konuşma satın alıp, dünyanın en pahalı aramalarını yapmanın çılgınlığına, bu rahat insan modunu da ekleyip, çılgınlığın dibini mi görsem, Hahahha kırkından sonra  böyle şeyler çılgınlığın dibi sayılıyor işte.
Böff ne sıkıcı bi insanım o şu an ya, hem sıkıcı hem kararsız. Ben dedim ama sevgilim İZmir'e giderken ben de geleyim, ben anamla kardaşımla takılırım sen de işine toplantına gidersin beraber döneriz dedim, yok dedi iki günlüğüne gitme annenlere ayıp olur dedi beni caydırdı. Oysa gitseydim oraya, buraya da böyle sıkıcı ve aptal cümleler yerine, bir izmir macerası, bi iki arkadaş , okuldan bi iki hoca muhabeti, kardeşimden bi iki çapkınlık hikayesi döşeyiverirdim. Bunun yanı sıra Kordon' da bizim çocuklarla, çimlere yayılır,  iki cigara içer, iki soğuk bira hüpletirdik.

Hayatta En Sevmediğim Üç Şey:

SAMİMİYETSİZLİK,
KABALIK,
İNSANİYETSİZLİK.

Hiç yokmuşsun meğer!!!

Şu kırk yıllık yaşamımda o kadar çok başıma geldi ki, birine çok emek edersin, bi şeye çok değer verirsin, birileri için olmadık fedakarlıklarda bulunursun ve sonra puff, hiç onların, şeylerin , bunların, şunların, oradakilerin, şundakini, bundakinin... hayatında, şeyinde, buyunda, şununda, bi anda yok olursun, sanki hiç yoktun olursun.

Hayat bu kadar boş, hayat bu kadar acımasız, bu kadar değersiz, bu kadar duygusuz oluverir bi anda. Fakat ben de çoğu sefer böyle davarnırım, yanımdaki, yöremdekilere, esasında tam olarak böyle de olmam;  o sırada içimden öyle kızgın, öyle kırgın, öyle böyle üzgün olurum ki,  elimden bi şey gelmez, kalbime bi sığır oturur, beynime de bi perde iner, perdenin arkasında sürekli çatışma, perdenin önünde, kalbime oturmuş sığırın ağırlığının ruhuma yansıması hali.

Kimseye kızmamak, darılmamak lazım, hepimiz  çeşit çeşitiz. Zaten insan olmak da öyle böyle kolay bi iş değil. Bi bakarsın ömür geçer ama sen ne oldun, neydin, fark edemezsin.

Ben şimdi bunu niye yazdım. Ne bileyim işte, bazen çok duygusallaşıyorum, ömrümde olup bitenlere, hayatıma girip çıkanlara, onlarla olan ilişkilerime bakıyorum, içleniyorum öyle kendi kendime. Galiba biraz da bu regl dönemindeki, hormonal manyaklığın da katkıları ile aşırı hassaslaşıyorum.

Bir teşekkür....

Bir serginin daha üstesinden gelmiş bulunuyorum. Hahaha hahah hah... Gören de üretmekten, sergilemekten gözümü açamıyorum sanır oysa ki, geçtiğimiz Cumartesi katıldığım toplu sergiye,  sevgili arkadaşım SH'nin ısrarları, zorlamaları, iteklemleri ve motivasyon seansları sayesinde, kıçımı kaldırıp, katıldım ve sürekli "nasıl olcak bu iş", gibi hayıflanmaları da aksatmadım. Neyse işte kırk yılda bi işin belini kırdım, bu sebepten dolayı, bunca yıl, inatçılığıma, her şeye olan muhalefet tavırlarıma, duygusal patlamalarıma, kendimce tutuculuğuma, her şeyi kınama huyuma ragmen beni hep desteklemiş ve yanımda olmuş arkadaşıma, beni bu toplu sergi projesine zorla, ite -kaka, (her zamanki gibi) benim karamsarlıklarımdan  usanmadan dahil eden arkadaşım, SH'e içten teşekkürlerimi iletiyorum;
Selmuş, bana bu işle ivme kazandırdığın için, bana güvendiğin için, kendimi ifade etmeyi, en çok sevdiğim yöntemi kullanarak yapmamı desteklediğin için sana çok teşekkür ediyorum.