RSS

Cepte Unutulan Komik Fotograflar Serisi I

Cep telefonum yine cortladı. İçindeki numaraları, fotograf ve kayıtları kurtarma girişiminde bulundum. Ekranı görünmeyen telefona, pin kodunu yazıp, el yordamı Tamam tuşuna bastım ve açılma tonunu duydum ve pc ye aktarmaya başladım içindekileri. Fotograf ve videoları anında kurtardım, sonra numaraları almaya çalıştım ama olmadı yaa. Çok sıkkın canım. ÖB'nin eski telefonuna taktım sim kartımı, unutup bi isim arıyorum ve ÖB'nin iş telefonlarından aynı harften benim için gereksiz bi sürü isim çıkıyoo, deliriyorum. Bi de hiç kısa yolu yok, mesela en son aradığın numarayı bi dakka sonra aramak istedin arayamıyorsun. Hemen rehbere geçiyo ve A'dan başlıyo, allaam yaa!!! Bi de telefon çalıyo oralı olmuyorum hiç, sanki benim diilmiş gibi hahahahaahh!!!
Şimdi giden numaralarıma mı yansam yoksa, dedemle olan foto ve videolarımı kurtardığımla mı teselli olsam derken, cepteki fotolardan biri keyfimi yerine getirdi. Çektiğim anda çok mutsuz ve çaresizdim; Hastaneden çıkmış, sevimsiz Sıhhıye'den yürümüş, soğuk, donuk bir Ankara gününün akşamında, bulvara geçebilmek için saçma bi üst geçiti kullanmak zorunda kalmış, feci halde çişim gelmiş ve hastane nöbetini gönülsüz olarak anneme bırakmanın huzursuzlğunu yaşarken, seçimlere bi iki kalmış bir tarihte, otobüs durağında bu afişi görüp, kederimi dağıttığımı hatırladım da bi nebze olsun gülümsedim:

Seni Gidi Amcık ağızlı Seni!!!!!!

Uyarı: biraz uzun bi yazı olmuş, sonradan farkettim. Anca rahatlamışım, bu da kişisel kusmuklarımdan bir demettir.

Geçenlerde SH ile olan buluşmamızda, Ankara mecaramı anlatırken, akrabalardan(daha doğrusu dedemin akrabaları sayılır) bir tanesinin özellikle evine gidip, düzgünce kapısını çalıp, bi dakka gelsene diiip, apartmana çekip, suratına, apartmanda büyük bir yankı yapacak kadar sesli bir osmanlı tokadı çakıp ki karşımdaki dişi olduğundan,( hani erkek olsa suratının ortasına bir yumruk yemesi daha münasip olur tabiii) sonra da bütün komşularına kapıyı açtıracak şekilde ulan ...mcık ağızlı , ...rospuuuu, senin o verdiğin 100 yetaleyi senin kıçına sokarım layn, benden, dedemden, anamdan ve en büyük teyzemden uzak durcaksın diyip, saçından tutuğum gibi, arkasını çevirip, o koca, yemiş de sıçamamış, domuz götü gibi kıçına da okkalı bir tekme atıp, yere serip, ulan ...mcık ağızlı ben gidene kadar kalkma yerden diyip çekip giderken, bir an geri dönüp, ulan ..mcık ağızlı şimdi al sana şahane bi dedikodu malzemesi, balladıra ballandıra yaşadığın sürece yap dedikodunu hahahahah... demek ve yeni taşındığı sosyete semtindeki komşularına bir güzel rezil etmek istediğimi anlatırken, SH korkuyla "DŞ sen de bazen çok cadı oluyorsun, ne kadar kavgacısın" dedi. Ben de "ama yapamadım ki, fantaziden öte gidemedi, değil evini cep numarasını bile bilmiyorum, dayımı aradım açmadı, teyzeme o kadar baskı yaptım, vermedi cebini, annem uyma, ağzına yazık dedi falan filan yani içimde ukte kaldı gitti" dedim. Sonra olayı dinleyince onun da ağzı açık kaldı. karikatür şurdan

Şİmdi bizim Hüsyin çavuş ilk hastalandığında 6 ay önce kadar, bir ay hastanede yattık beraberce, annem, büyük teyzem ve ben; sonra dedem iyileşti ama özel bakıma gerek duyuldu. Evde hemşire tutmak gerekir denildi. Bu arada diğer çocukları , gelinleri, torunları, el gibi geçmiş olsun dediler ve gittiler. Ben ve sevgilim ÖB uzun ve yıpratıcı arayışlardan sonra dedeme süper bir bakımevi bulduk, sonra herkese teyzem aracılığıyla haber verildi, herkes bu yerin çok pahalı olduğunda hemfikir oldu ama bu arada herkes ortada yok, para da yok ama sesler eko şeklinde bana ulaşıyordu. Neyse ben kimseyi dinlemedim, dedeme en uygun yerin burası olduğuna karar verdim, gerekirse tek başıma bu parayı ödeyeceğimi söyledim (nasıl bilmiyorum ama) ve dedem oraya yerleşti.

Şİmdi bu akrabalar içinde en büyük dayı, zaten babasıyla hiç ilgilenmez ve ilgilenmek istemediğini de açık seçik ifade ederdi ki bence açık olmak takdir edilecek bi şeydir.Ama buna rağmen üç kuruşluk maaşından her ay 100 lirayı da hesaba hiç sevmediği babası için yatırır hale gelmesi de ayrı bir takdir konusudur. Diğere çocuklardan bi kısmı her ay veribildiklerini, düzenli olmasa da vermeye çalıştılar. Ama bi tanesi varki evlere şenlik; Ortanca dayı ama bu dayının esamesi yok, kendini içkiye vurmuş, yıllardır evli kaldığı avratla hayatı yaşanılabilir kılmanın en güzel yolunu bulmuş zavallım. O yüzden onun da cezai ehliyeti yok sayılsa yeridir. Amma velakin bu dayı ortada olmamasına rağmen , bu dayının parayla oynamaktan sıkılmış, cahil, sonradan görme bir avradı var ki evlere şenlik aaa dostlar.Bu şenlik aracı yaratık sürekli söylenmeyen şeyleri kafasında kurup, ordan oraya taşıyıp, sülalede herkesi birbirine düşürüyor ve bunu evlendiği günden beri durmaksızın ve bıkmaksızın yapıyor. Hatta kimse onu artık ciddiye almayıp ,ilgilenmeyince daha da kudurup, eline bi çomak alıp, arı kovanını kurcalayan bir ahmak haline bile dönüşüyor.

İşte bu kadını ben hiç tanımıyormuşum, ben bunu ortanca dayının karısı bilmem ne yenge, yeni adıyla amcık ağızlı olarak biliyomuşum hahahaha...!!!Bunun nedeni bizim evde de sevilmediği için, onun adı , ortalığı ne kadar sallarsa sallasın hiç anılmadığından, bize bi şey çaktırılmadığındanmış.

Şimdi dedem yeni yerinde, mutlu, kilo almış , temiz pak, hemşiresiydi, doktoruydu, 24 saat bakım içinde yaşarken birden sarılık oluyor ve Ankara'dan bakımevi beni arıyor zira orda dedeyle ilgilenen teyze; yaşlı, yanlış anlar kadına bi şey olur diye direkt aranmıyor. Neyse ben kalkıp gidiyorum, annem geliyor, bir de beter bi teyze var onun ortanca kızı insafa gelip bize yardım ediyor, biz 18 gün kadar dedeyle hastanede yatıp kalkıyoruz, tedavi ettirmeye çalışıyoruz. Yine diğerleri ortada yok, ama bu en yaşlı teyze arayıp herkese haber veriyor, saflıktan. Tabi yine kimse yok ortada.
Sonra birden bu ..mcık ağızlı ortaya çıkıyor. Merak ediyor yaa. Kim ilgileniyor dedeyle, parayı kim veriyor, nerde tedavi oluyor , bu işten bi dedikodu çıkar mı, birilerini kışkırtabilir mi, kime sataşabilir, kimi kime düşürebilir falan filan sebeplerden bilgi edinmek için bakımevinin telefonunu bulup, arıyor ki, bir kere bile dedem orda kalırken nassın diye araramıştır bir kere ziyarete gelmemiştir.Ordaki hemşireleri sorularıyla bunaltıyor ve bana şikayet ediliyor bu . Sonra ben de telefonda bilgi verimesini, dedemin ordaki vasisi olarak yasaklıyorum ve bi şey öğrenmek istiyorlarsa benim cebimi vermelerini söylüyorum ki herkes benim cebimi ezbere biliyor bu evrimini tamamlayamamış sülalede. Ordaki yetkililer de aynen böyle yapıyorlar ama bu iyice kuduruyor, nasıl olurmuş da, bi torun buna karar verirmiş de, o zaman oranın parasını da o torun ödeseymiş de falan filan , ağzına geleni sayıp, kapatıyor bakımevindekilere, sonra hızını alamıyor en büyük teyzeyi arıyor ona da sayıp döküyor ama bi tek beni aramıyor hayret!!
Sonra ben ödeme makbuzlarına bakıyorum, 6 ayda sadece iki yüz küsur para odemiş ödememiş olduğunu görüyorum. Aslında mecbur olmadığını düşündüğümden ve dedeme ve kimseye sevgi beslemediğinden, buna gerek olmadığını düşüyordum ben hep, Hatta teyzeme kimseyi arayıp para istememesini, kimseyle muhatap olmamasını, herkesin Hüseyin Çavuş'un nerde olduğunu bildiğini ve isteyenin istediği şekilde ilgilenebileceğini söyleyip duruyordum ki hala öyle düşünüyorum.
Ama şimdi bu ne perhiz bu ne lahana turşusu canım!!! Hem sen ilgilenme hiç bi şeyle, hem de sorunları çözmeye çalışanları sabote etmeye uğraş olmadı enerjilerini başka yöne çekmek için elinden geleni yap.
Aslında bir gün karşıma çıkarsa bunları yüzüne söylemek isterim ama annemin tezine göre bir tavşan kadar da korkak olduğundan, hayatta benim karşıma çıkmazmış. O yüzden annem bana söz verdirtti, karşıma çıkmadığı sürece muhatap olmamam konusunda hatta çıksa bile!!!

Aslında bende daha ne küfürler var. Öyle sokak ağzı it kopuk küfürleri de diil haaaa!!! Taaa biz çocukken en küçük dayı, bizi karşısına dizer, hepimize ayrı küfürler ezberletirdi sonra da musamerede şiir okuyan çocuklar gibi sırayla söylettirirdi ama ne küfürler, küfür diil tekerleme sanki. İşte o gündür bu gündür, ağzı bozuk biri oldum çıktım. İyiki de oluşum. Küfür etmeyi beceremeseydim,bu sinir patlamalarıyla nasıl bir şey olurdum bilmiyorum!!!!!
Şİmdi bu satırlarımı okuyan Antalya pilicim ZÜ yine kızacak bana" yine erkeklerin kadınları aşağılamak için söyledikleri küfürleri ediyorsun" diyecek ama n'apimm yaaa dünya böyle, küfürler her dilde, her kültürde böyle, farklı küfür var da ben mi etmiyorum Hahahah...!!!!
BU arada bu ...mcık ağızlı küfrüne de sanırım bu aralar takıldım, önceden sadece ...mın koyim diyordum ......

Offf Atatürk Off!!!!

Kaç zamandır yoktum buralarda çünkü yine Ankara'da idim. Bizim Hüseyin Çavuş hastalanmış, sarılık olmuş, hemen kaldığı yerden beni aradılar. Sözleştik Geras'in hemşireleriyle, Gazi acilde buluştuk ertesi sabah. Ben nasıl bilet aldım nasıl gittim anlamadan kendimi Ankara Gazi Acilde buldum. Dedemi gördüm, ağlamamak için kendimi zor tuttum. Bizimki resmen sarı diil turuncu olmuştu. Yine yerinde duramıyordu, beni görünce büsbütün hareketlendi, beni öpmeye çalıştı, ben de onu ama hemşire aramıza girdi. Sarılığın nedeni daha belli diildi ve bu kadar yakınlaşmak yanlıştı ama dedemi kıramadım ve şapur şupur giriştik birbirimize. o gece orda geçirdim, dedem ve ben.
Gece olmadan biraz önce annem aradı "naber, nette yoksun , sesin çıkmıyo hiç "dedi, ben önce Ankara'da olduğumu söylemedim ama sonra daha fazla kıvıramadım ve nerde olduğum gerçeğini sakince söyledim. İşte o an annem telefonun diğer ucunde hönkürerek ağlamaya ve bana kızmaya başladı; yok efendim zaten kaç gündür içinde bi sıkıntı varmış, ota boka ağlıyormuş, ben her zaman tekbaşıma her şeyle mücadele ediyormuşum, kimseye bi şey söylemiyormuşum, o beni bu kadar eziyete katlaniim diye mi doğurmuş,çocuk doğursam göbeğini kendim kesermişim, inatçıymışım, salakmışım falan filan diyerek telefonu yüzüme kapattı, ben daha "sen de zaten hastasın gelip perişan olma diye söylemedim" bile diyemeden. Neyse bi saat sonra biletini aldığını sabah orda olacağını söyledi ve yine telefonu yüzüme kapattı.
Aslında annemin bütün kardeşleri, bütün yeğendir, hısım akrabadır hepsi burdaydı ama sacece bi tane 60'lık yaşlı teyzem dışında dedemle ilgilenen yoktu ki GERAS taa Ankara'dan İstanbul'u beni arama gereğini duymuştu. N'apsaydım yani dedemle ilgilenmese miydim!!! Diğerleri vicdansız ve evrimini tamamalayamamışlar diye ben de onlara kızıp dedemle ilgilenmese miydim laf işte!!!
Neyse işte bi gecelik acil konaklamanın sabahında Gazi Hastanesi bizi kabul etmedi, torpilimiz yoktu ve yatak da yoktu. Dedem gözümüzün önünde sararırken, acildeki doktorlar, hemşireler, hatta güvenlik görevlileri bize nefretle "hadi ne zaman siktirip gidiyorsunuz, sizin acillik işiniz kalmadı" muamelesi yaparak, ve dosyayı elime tutuşturarak "alın bunun fotokopisini çektirin ve kendinize bir hastane bulun tedavi için" denildi. Bu muameleler bizi insanlıktan bir adım daha uzaklaştırıken, ordaki kuzenlerden biri insafa gelip, kocasının tanıdığı vasıtasıyla Yüksek İhtisas Gastroenroloji bölümünde zar zor üç kişilik bir odada yer ayarladı dedeme. Hemen Annemle birlikte dedemi Oraya yerleştirdik. On beş günlük bir hastane macearasından sonra (dedem , annem ve ben iyice yıpranmış olarak ki gece gündüz hastane havası solumaktan olsa gerek), dedemin pankreası ve safra yollarını tıkayan tümörüne bir stent takılmak suretiyle bizim Hüseyin Çavuş'u Geras'a yerleştirip geri döndük.
Bu sırada diğer iki yatakta da çok ilginç iki karakter yatıyordu. Biri H amca, hayatı hastanelerde geçen bi Adanalı ama İstanbul'da yaşıyormuş; Ha bire taş kırdırmaya, stent taktırmaya geliyormuş, çok da yaygaracı bi tipti. Bi hemşire ya da hasta bakıcı bi selam vermeden odanın önünde geçse hemen yaygarayı basıyordu. Sanki hastanenin bir parçası olmuştu. Her şeye karşıyordu. Biraz insanı yoran bi tipti, allahta biz geldikten iki gün sonra taburcu oldu ama her gün günde iki kere önce hemşire bankosunu sonra da bizim odayı arıyordu. Hatta hemşireler kontrole geldiği zaman sizi de aradı mı H Bey diye gülümsüyorlardı. Bir de kapı tarafında yatan M amca vardı, Bizim bu H amcaya "çok cıvık canım" diye kızıyordu zaman zaman, o da böyle minyon , sarışın bir esnaf amcaydı. İyi niyetli, sakin, bazen komik. Zavallım onun işi aslında bi kat aşağıda kardiyolojideymiş , bypass yapılmış , ertesi gün çıkarsın denmiş ama başka sorunlar tespit edilinde bizim kata çıkartmışlar. O da nerdeyse bizim kadar yattı. Asıl en ilginci bizim yaygaracı H amcanın yerine gelen MH amca idi. MH amca da aynı dedem gibi turuncuya çalan bir renkte geldi. Hem de taaaaa Bolu'dan. O odaya yerleşirken, annem ve M amcanın kayın biraderi L dayı seçimleri konuşuyorlardı, bi de Baykal'a verip veriştiriyorlardı. İşte tam o sırada Bu yeni gelen MH amca önce hanımıyla gözgöze geldi sonra da sinirli bi şekilde "Baykal n'apmış" dedi. Sonra tartışma bir süre sonra tatlıya bağlandı. anlaşıldı ki odadaki herkes sosyal demakrattı. Hatta MH amcanın çocukları ve eşi "ehh artık gözümüz arkada diil oda sosyal demokratmış" diyerek odadan ayrıldılar. Biz de annemle merak etmeyin biz hep burdayız, oda bize emanet, biz onlara da göz kulak oluruz diyerek daha da rahatlatarak yol ettik onları. Sonra günler geçti, artık akrabalarımızdan daha samimi olduk oda sakinleriyle. Bir gece odada kimse uyumuyor. Zaten dedem uyumuyor kaşınmaktan , M amcanın da şekeri 46'ya düştü mü, hemen hemşireyi çağırdım neyse hemşire ağzına üç tane küp şeker attırdı da düzeldi adamcağız . Bu arda MH amca "offf Atatürk offff" diyerek inliyor ara ara. Zaten bu MH amca'nın ne zaman canı yansa, morali bozuk olsa böyle "Off Atatürk Off" diyor. İşte herkesin uyanık olduğu o gece madem kimse uyumuyor, hadi çay içelim , ışığı da yakalım diye bir teklifte bulundum ve herkes de bu teklifi beklercesine sevinçle tamam dediler, hatta dedem bile yatağından inip, bir açık çay içmek ve sandelyede oturmak istedi. İşte o gece bu üç yaşlı adamla çok sıcak bir dostluk kurduk, MH amca şiir yazıyormuş; karınca duası gibi, ince uçlu basmalı bir kalemle minik minik, uzun ince kağıtlara bi şeyler karalıyordu da ben de anlam veremiyordum. O gece bize hastaneden kaldığı sürece yazdığı şiirleri okudu. Bizim bu MH amca meğersem Köy Ensititüsü mezunu bir öğretmenmiş, sonradan müfettiş olmuş. Ben hemen cep telefonumu çıkratıp "MH amca sizi videoya almak ve fotoğrafınızı çekmek istiyorum izin verin lütfen, hayatımda ilk defa Köy Enstitüsü mezunu biriyle karşılaşıyorum ve çok heyecanlıyım" dedim. O da gururlandı tabi. Bana anlatmaya başladı , ben hayretler içinde aldıkları eğitimi, o yoksulluk ve imkansızlık içinde neler neler başardıklarını dinlerken şaşkınlık denizinde daha da derinlere yol alıyordum. Benim de Fotoğraf okuduğumu duyunca o da benimle daha çok ilgilendi. O da bir Fotoğrafçıymış , sonra sohbet makinalara kaydı. Bir hastane odasında yaşanabilecek en muhteşem geceydi. Hatta sonraki günler ben odada herkesin torunu oldum. Artık benden bi şey isterken çekinmeden istiyorlardı.
Hastaneden ilk biz ayrıldık. M amcayla cep telefonu alışverişi yaptık, hatta dedemi ziyarete gideceğini ve kaldığı yerin adresini de yazdırdı bana. MH amcayla da ektra olarak mail adresleri alındı. Dedemden sonra en yaşlı kişi MH amcaydı ama photoshop ve internet kullanıyordu. EEeee ne de olsa o bir Köy Ensititüsü mezunuydu.

Köy enstitüleri