RSS

Offf Atatürk Off!!!!

Kaç zamandır yoktum buralarda çünkü yine Ankara'da idim. Bizim Hüseyin Çavuş hastalanmış, sarılık olmuş, hemen kaldığı yerden beni aradılar. Sözleştik Geras'in hemşireleriyle, Gazi acilde buluştuk ertesi sabah. Ben nasıl bilet aldım nasıl gittim anlamadan kendimi Ankara Gazi Acilde buldum. Dedemi gördüm, ağlamamak için kendimi zor tuttum. Bizimki resmen sarı diil turuncu olmuştu. Yine yerinde duramıyordu, beni görünce büsbütün hareketlendi, beni öpmeye çalıştı, ben de onu ama hemşire aramıza girdi. Sarılığın nedeni daha belli diildi ve bu kadar yakınlaşmak yanlıştı ama dedemi kıramadım ve şapur şupur giriştik birbirimize. o gece orda geçirdim, dedem ve ben.
Gece olmadan biraz önce annem aradı "naber, nette yoksun , sesin çıkmıyo hiç "dedi, ben önce Ankara'da olduğumu söylemedim ama sonra daha fazla kıvıramadım ve nerde olduğum gerçeğini sakince söyledim. İşte o an annem telefonun diğer ucunde hönkürerek ağlamaya ve bana kızmaya başladı; yok efendim zaten kaç gündür içinde bi sıkıntı varmış, ota boka ağlıyormuş, ben her zaman tekbaşıma her şeyle mücadele ediyormuşum, kimseye bi şey söylemiyormuşum, o beni bu kadar eziyete katlaniim diye mi doğurmuş,çocuk doğursam göbeğini kendim kesermişim, inatçıymışım, salakmışım falan filan diyerek telefonu yüzüme kapattı, ben daha "sen de zaten hastasın gelip perişan olma diye söylemedim" bile diyemeden. Neyse bi saat sonra biletini aldığını sabah orda olacağını söyledi ve yine telefonu yüzüme kapattı.
Aslında annemin bütün kardeşleri, bütün yeğendir, hısım akrabadır hepsi burdaydı ama sacece bi tane 60'lık yaşlı teyzem dışında dedemle ilgilenen yoktu ki GERAS taa Ankara'dan İstanbul'u beni arama gereğini duymuştu. N'apsaydım yani dedemle ilgilenmese miydim!!! Diğerleri vicdansız ve evrimini tamamalayamamışlar diye ben de onlara kızıp dedemle ilgilenmese miydim laf işte!!!
Neyse işte bi gecelik acil konaklamanın sabahında Gazi Hastanesi bizi kabul etmedi, torpilimiz yoktu ve yatak da yoktu. Dedem gözümüzün önünde sararırken, acildeki doktorlar, hemşireler, hatta güvenlik görevlileri bize nefretle "hadi ne zaman siktirip gidiyorsunuz, sizin acillik işiniz kalmadı" muamelesi yaparak, ve dosyayı elime tutuşturarak "alın bunun fotokopisini çektirin ve kendinize bir hastane bulun tedavi için" denildi. Bu muameleler bizi insanlıktan bir adım daha uzaklaştırıken, ordaki kuzenlerden biri insafa gelip, kocasının tanıdığı vasıtasıyla Yüksek İhtisas Gastroenroloji bölümünde zar zor üç kişilik bir odada yer ayarladı dedeme. Hemen Annemle birlikte dedemi Oraya yerleştirdik. On beş günlük bir hastane macearasından sonra (dedem , annem ve ben iyice yıpranmış olarak ki gece gündüz hastane havası solumaktan olsa gerek), dedemin pankreası ve safra yollarını tıkayan tümörüne bir stent takılmak suretiyle bizim Hüseyin Çavuş'u Geras'a yerleştirip geri döndük.
Bu sırada diğer iki yatakta da çok ilginç iki karakter yatıyordu. Biri H amca, hayatı hastanelerde geçen bi Adanalı ama İstanbul'da yaşıyormuş; Ha bire taş kırdırmaya, stent taktırmaya geliyormuş, çok da yaygaracı bi tipti. Bi hemşire ya da hasta bakıcı bi selam vermeden odanın önünde geçse hemen yaygarayı basıyordu. Sanki hastanenin bir parçası olmuştu. Her şeye karşıyordu. Biraz insanı yoran bi tipti, allahta biz geldikten iki gün sonra taburcu oldu ama her gün günde iki kere önce hemşire bankosunu sonra da bizim odayı arıyordu. Hatta hemşireler kontrole geldiği zaman sizi de aradı mı H Bey diye gülümsüyorlardı. Bir de kapı tarafında yatan M amca vardı, Bizim bu H amcaya "çok cıvık canım" diye kızıyordu zaman zaman, o da böyle minyon , sarışın bir esnaf amcaydı. İyi niyetli, sakin, bazen komik. Zavallım onun işi aslında bi kat aşağıda kardiyolojideymiş , bypass yapılmış , ertesi gün çıkarsın denmiş ama başka sorunlar tespit edilinde bizim kata çıkartmışlar. O da nerdeyse bizim kadar yattı. Asıl en ilginci bizim yaygaracı H amcanın yerine gelen MH amca idi. MH amca da aynı dedem gibi turuncuya çalan bir renkte geldi. Hem de taaaaa Bolu'dan. O odaya yerleşirken, annem ve M amcanın kayın biraderi L dayı seçimleri konuşuyorlardı, bi de Baykal'a verip veriştiriyorlardı. İşte tam o sırada Bu yeni gelen MH amca önce hanımıyla gözgöze geldi sonra da sinirli bi şekilde "Baykal n'apmış" dedi. Sonra tartışma bir süre sonra tatlıya bağlandı. anlaşıldı ki odadaki herkes sosyal demakrattı. Hatta MH amcanın çocukları ve eşi "ehh artık gözümüz arkada diil oda sosyal demokratmış" diyerek odadan ayrıldılar. Biz de annemle merak etmeyin biz hep burdayız, oda bize emanet, biz onlara da göz kulak oluruz diyerek daha da rahatlatarak yol ettik onları. Sonra günler geçti, artık akrabalarımızdan daha samimi olduk oda sakinleriyle. Bir gece odada kimse uyumuyor. Zaten dedem uyumuyor kaşınmaktan , M amcanın da şekeri 46'ya düştü mü, hemen hemşireyi çağırdım neyse hemşire ağzına üç tane küp şeker attırdı da düzeldi adamcağız . Bu arda MH amca "offf Atatürk offff" diyerek inliyor ara ara. Zaten bu MH amca'nın ne zaman canı yansa, morali bozuk olsa böyle "Off Atatürk Off" diyor. İşte herkesin uyanık olduğu o gece madem kimse uyumuyor, hadi çay içelim , ışığı da yakalım diye bir teklifte bulundum ve herkes de bu teklifi beklercesine sevinçle tamam dediler, hatta dedem bile yatağından inip, bir açık çay içmek ve sandelyede oturmak istedi. İşte o gece bu üç yaşlı adamla çok sıcak bir dostluk kurduk, MH amca şiir yazıyormuş; karınca duası gibi, ince uçlu basmalı bir kalemle minik minik, uzun ince kağıtlara bi şeyler karalıyordu da ben de anlam veremiyordum. O gece bize hastaneden kaldığı sürece yazdığı şiirleri okudu. Bizim bu MH amca meğersem Köy Ensititüsü mezunu bir öğretmenmiş, sonradan müfettiş olmuş. Ben hemen cep telefonumu çıkratıp "MH amca sizi videoya almak ve fotoğrafınızı çekmek istiyorum izin verin lütfen, hayatımda ilk defa Köy Enstitüsü mezunu biriyle karşılaşıyorum ve çok heyecanlıyım" dedim. O da gururlandı tabi. Bana anlatmaya başladı , ben hayretler içinde aldıkları eğitimi, o yoksulluk ve imkansızlık içinde neler neler başardıklarını dinlerken şaşkınlık denizinde daha da derinlere yol alıyordum. Benim de Fotoğraf okuduğumu duyunca o da benimle daha çok ilgilendi. O da bir Fotoğrafçıymış , sonra sohbet makinalara kaydı. Bir hastane odasında yaşanabilecek en muhteşem geceydi. Hatta sonraki günler ben odada herkesin torunu oldum. Artık benden bi şey isterken çekinmeden istiyorlardı.
Hastaneden ilk biz ayrıldık. M amcayla cep telefonu alışverişi yaptık, hatta dedemi ziyarete gideceğini ve kaldığı yerin adresini de yazdırdı bana. MH amcayla da ektra olarak mail adresleri alındı. Dedemden sonra en yaşlı kişi MH amcaydı ama photoshop ve internet kullanıyordu. EEeee ne de olsa o bir Köy Ensititüsü mezunuydu.

Köy enstitüleri

2 comments:

aysema dedi ki...

Harika bir paylaşım olmuş. Zevkle okudum. Dedenize ve diğer hastalara geçmiş olsun. Köy Enstitülülere benden de bir selam gitsin...

arzın merkezine yolculuk dedi ki...

Teşekkür ederim. Keşke benim de köy enstitüsü mezunu bir öğretmenim olsaydı. Hayatın tamamen farklı bir noktasında olurdum. Hatta keşke çocuğumun da köy enstitüsü mezunu öğretmeni olsa.... Benim annemin öğretmeni köy enstitüsü mezunu bir öğretmenmiş ve ben hala annemi hiç bir konuda geçemedim. bazen bi şeyi tartışıyoruz ya da bi şey soruyoruz ve hemen cevabını tak diye veriyor, sonra soruyoruz anne sen bunu nasıl hatırlıyorsun, kızım siz coğrafya okumadınız mı ilkokulda ya da 4 işlem görmediniz mi diyor. Ve nasıl bir öngörü ışığında eğitim almışsa şu an benim çözemediğim bilgisayar programlarını kurup kullanıyor. Ama her zaman der, bizi ilkokul öğretmenimiz Üniversiteden mezun eder gibi yetiştirdi, ne öğrendiysek ilkokulda öğrendik der. Bizim de ilkokul öğretmenlerimiz kafamıza vurarak, kendi çocuklarıyla daha çok ilgilenerek, ya da yaşlılıktan gözünün feri kalmamış bir halde yetiştiriyormuş gibi yaptılar. ( en son öğretmenimi bu durumdan ayrı tutmalıyım tabii)
gördüünüz gibi bu eğitim konusunda,bir metropolde büyümeme rağmen çok şanssız biri olduğum için yaralıyım:)!!!