RSS

Can sıkıntısı...

Dün şöyle bi blog arşivime göz attım da, bu İstanbul' geldiğimizden beri nerdeyse hiç yazı yazmamışım bloga, halbuki ne kadar çok anlatacak şeyim var, her gün yeni macera. Hatta talihsiz serüvenler dizisi çeviriyoruz burda sevgilimle desem mubalağa etmiş olmam. Belki de her gün her gün üst üste çok şey yaşayınca ne anlatacağımı şaşırıyorum. Gerçekten ama, bi şey yaşıyorum ve o gün klavyenin başına geçmemişsem benim için tazeliğini yitiriyor, buraya yazmak abes oluyor çünkü o olayın üstüne daha yeni yeni şeyler yaşamış oluyorum ve başta kendim sıkılıyorum. İŞte böyle böyle yok o geçti, yok bu geçti diye diye hiç bi bok yazamıyorum.
Ama bu durumdan hiç memnun değilim. Bi an önce kendimi toparlamak ve yazı yazma isteğime kavuşmak istiyorum. Belki içimden bi türlü atamadığım can sıkıntılarımın bi sebebi de az yazmaktır. Hayır artık deftere de yazmıyorum, elim kalem tutmuyor, klavye tutmuyor. Bi yandan okumayı da kestim. Şurda okuduğum bloglar dışında elime bişi aldığımı görmedim aylardır.
Bi de ortalıkta canım sıkılıyor canım sıkılıyor diye dolanıyorum. Bi iki dakka insan oliim yahuu cıkcıckıck......

Yağmurdan Kaç, Doluya Tutul, seni salak!!!

Bundan aylar aylar önce, bi fotoğraf albümü yapabilmek için ciltçilik kursuna yazılmıştım. Fotoğraf albümlerimi süper yapar hale gelmem bi yana heyecanla bi sürü geleneksel el işleri öğrendim, sonra teker teker uygulamaya başladım ve baktım ki elim de işliyor gözüm kadar. Sonra yavaştan çevrem değişmeye başladı. Artık geleneksel sanatçılarla daha fazla zaman geçirmeye başlayıp, bu arada bizim "fotoğraf sanatçılarını", "çağdaş sanat uygulayıcılarını" bi kenara bıraktım ve hatta işi gücü, fotoğrafı, yapacağım fotoğraf albümlerini de bıraktım. Ara sıra da "ulan ne güzel, bu geleneksel sanatlarla uğraşanlarda daha insancıl bi yan var, hiç dalevere, kıskançlık, fikir çalma, entrika, adam kayırma falan olmuyor" diye düşünüp, şimdiye kadar bu işlerle niye ilginmedim diye kendime kızıp durdum.
Fakat hüsran yaşamam yakınmış, çünkü kazın ayağı öyle değilmiş, onların da içlerinde biraz zaman geçirip, onlarla yaşayınca gerçekler, yalanlar, adam kayırmalar, dedikodular, hazımsızlıklar bizim sektörü de sollamış, hatta makas atıp geçmiş meğer. N'olcek sandım ki, İnsanoğlu sanki geleneksel işler yapınca egolarından mı arınacaktı ya da allah korkusuyla ahlaklı olmak zorunda mı hissedecekti kendini; öyle olsaydı, o zaman da zaten insan olmaktan öteye geçerdi, nirvana'ya yakın bi yerde olurdu.
Benim bu aralar en büyük hayal kırıklığım budur, gerçi bilmediğim bi kulvardaki acemiliğim desem daha doğru olur. Ya da yağmurdan kaçarken doluya tutulmuşum da yeni haberim olmuş salaklığımdan mı desem, ne desem, A mı desem, B mi desem, C mi desem desem...??:)
Yine de her şeye rağmen hayatıma giren bi iki insan evladı için yaşamaya değer bi tecrübeymiş desem de, sıfatımın önüne şanslı kelimesini koyarak kendime "şanslı bi salak" mı desem...

Twitter'a gıcığım...!

Şu teknoloji ne alem bi şey. Daha dün internet kafelerde bi mail atmak bile angarya ve ağır bi iş gelirken, şimdilerde internetsiz yaşayamaz oldum. Hatta öyle ki beni, İnternete bağlanabilen ve içinde kullanabildiğim bütün programların olduğu kutsal bi Macintosh'un önüne koysalar ve böyle yaşayacaksın deseler hiç sesimi çıkartmam hatta bu bana bi lütuf olur. Bazen ÖB bana, "internet kuşu, bıkmadın mı" diye takılır bile. Gerçi öyle chattir, sanal sextir, onla bunla yazışmadır, hiç bi zaman o taraklarda bezim olmadı, bunu da kınıyor gibi gözikmiiim haaşaaa, buna benim, ağır paranoyak kişiliğim, kimseye güvenmeyen ve inanmayan bi manyak olmam ve korkunç komplo teorileri üreten güçlü bi hayal gücüne sahip olmam sebeptir. Eeee o zaman madem paranoyaksın, güvenmiyorsun, hastasın, manyaksın da bu kadar zaman netin başında ne bok yiyorsun diye sorarlar adama dimi(?)
Bi kere sürekli, yayınlar var nette, gastedir, dergidir, projedir, kutsal bilgi kayanağıdır işte, bunun dışında bloglar var, en çok keyif aldığım şey, voyerist bir kişiliğe bürünüp okuyabildiğim herkesi okumak ve bundan gizli bi keyif almak, öte yanda kim ne bok yapıyorsa, hemen nete damlıyor bu işler; tasarımdır, resimdir, fotoğraftır, odur, budur, şudur... Aynı zamandan çok kolay ve ucuz bi iletişim aracıdır...
Ama bu yazı giderek, yurdum okullarındaki, nadide eğitimciler tarafından, yavrularımız için hazırlanan eğitici kitapçıklar formatına dönüşmeye başladı korkuyorum. Bak sen şu twitter'in yaptıklarına, sözü oraya getircem diye ...
Neyse işte, zaman zaman değişik sanal mecralar deli ediyor ediyor beni. Mesela, ben bi ara da facebook'a gıcıktım. Orayla artık daha az ilgilendiğim için daha az sinirleniyorum. Oraya daha çok makara, kukara yapmaya zemin hazırlamış birini görünce, eğlencesine takılıyorum, bi de toplu bi aktivite yapılacaksa bana da haber veriyorlar o zaman kullanıyom, haa bi de bedava ilan için kullanıyorum. Şimdi de bu aralar twitter'a hastayım; hayır önce de anlam vememiştim ama şimdi, iyice saçmalaştı. Millet artık cep telefonlarıyla da nete daha rahat girebiliyor ya, mesela birisi bilmem ne restorantta yemek yiyor ve wc'ye gitmiş, aman ne kadar güzel sıçma mekanı, bak sıcak havlular da var diye tweet'liyooo, ya da yolda giderken: " allahım bugün çok mutsuzum, yağmur da yağıyor, makyajım bozuldu" diye anında tweetliyor. Yakında ben bizimkilerden şöyle bi tweet bekliyorum, "allaaam ne kadar heyecanlıyım, o şu an uçaktayım ve bilmem kaç fit yüksekteyim ve cepten tweetliyorummm ve bunun kimse farkında diil" Hahahahha...:)))) Haa unutmadan bi de sürekli saptama yapan tipler var burda , onlar da başka bi alem, hatta başka bi yazı konusu hahahahah...:)))
Tabi bu arada nereye bok atıyorsam orda bi hesabım olması da benim ayıbım galiba, misal, hem gıcığım hem de twitter hesabım var, ama bi sorun niye var; çünkü, sonra yakınlarım tarafından, eski kafalılıkla, anneanne moduna girmişlikle, yeniliklere karşı önyargılı olmakla itham ediliyorum da ondan var şekerim!

Otobüs maceralarına 1,2,3!!!

Her gün yeni bir mecara yaşayacağımı bilerek çıkıyorum evden. Hele bu çift katlı otobüsler evlere şenlik. Hatta ben 145T diye bi blog açsam, maceraya macera demezsiniz ama bi de yeni bi blogun yükünün altında ezilemem vallahi hem güncelleyemediğim zamanlarda da bir de bunun suçluluk duygusuyla rahatsızlanamam. Çünkü ben ne zaman kafaya bi şey takıp onu yapmazsam, bademciklerim şişiyor, ateşim çıkıyor ve sürekli yatıyorum. Hatta öyle ki hayatımdaki diğer rutin işler bile sekteye uğruyor; mesela evle ilgilenmiyorum, kendimi salıyorum, üst üstte dört gün duş almadığım günler oluyor, çöpler, kutularına sığmıyor, ütüler yığılıyor, ev toz içinde yüzüyor... neyse işte liste böyle uzuyor. Ne anlatıyordum , haa evet otobüs dedim 145T dedim, geçen gün şöyle bi olay oldu:
Saat 11 civarında duraktaydım. Dükkana çok geç kalmıştım, o yüzden kendimden çok memnunsuzdum ve yine gözlüklerimin arkasındaydım. Durakta üç beş kişi vardı. Bi kız özellikle dikkatimi çekmişti, halktan ayrı bi yerde konuşlanmıştı ve kulağında kulaklık vardı. Üstünde mor , etekleri balon bir pardüse vardı, diz kapaklarına kadar gelen çizmelerinden sonra eteği başlıyordu, yukarı doğru; gözünde bütün yüzünü kapatacak bir gözlük ve kolunda da galiba benim bilmediğim ama bazı kadınların çok iyi bildikleri, pahalı bi marka olduğu bütün şatafatından belli bi çanta vardı ve benim sırt çantamdan daha büyüktü.
Bir süre sonra otobüs geldi, ben her zamanki gibi yukarıyı kolladım, baktım dışardan görünecek kadar boş yer var, binmeye kadar verdim. Bu sırada bu halktan kendini soyutlamış kız, otobüse yöneldi, hemen yol verdim ona, kafama göre şöyle bi plan yapmıştım; bu kız benden önce oturacak ben ona uzak bir yer seçecektim, tabi seçeneğim varsa. Niye öyle düşündüm bilmiyorum, bazen önyargılı olabiliyorum galiba ondan. Bu kıza gıcık olmuştum, bi de kulağındaki kulaklıklara kıl olmuştum, şimdi Çapa'ya kadar kulaklarında fışkıran müzikle kafamı ziksin istemedim.
Neyse kız benim iki koltuk gerimde kalmıştı. Otobüste her zamanki doluluk vardı. Çift katlının üst kat koridorları dolmuş, merdiveler üst üste oturanlarla görünmez olmuştu. Paralı yola tam girmiştik ki, bu kız arkasında oturan çocukla münakaşa etmeye başladı. Meğersem bu kızın koltuğu kırıkmış, kız yaslandıkça arkadaki çocuğun dizlerine değiyormuş koltuk, arkadaki çocuğun da dizler uzun tabi bi itiş kakış olmuş sonra kız çocuğu tacizle suçladı. Olay büyüdükçe büyüdü. Çocuk kıza, kız çocuğa şorladı da şorladı, çocuk "ben n'aptım sana yaa alla allla" derken öbürü "kes sesini otur gerizekalı, konuşma beaah" dedi sonra çocuk ayağa kalktı, " manyak mısın lan sen" diye kükredi, bunu gören otobüs ahalisinden bir amca "evladım boşver sen uzatma bari, gel yer değişelim" dedi ve çocuğun yerine oturdu, çocuğu da sonradan öğreneceğimiz üzre eşi hanımefendinin yanına oturttu. Ama kız susmadı, bi kere çocuk ona manyak dedi ya, bence o ona takıldı, fıtı fıtı, yanındaki kadına dert yandı durdu sonra kendi kendini gaza getirerek polisi aradı ve çocuktan şikayetçi olduğunu söyleyip polis ekibi istedi, bunu duyan otobüs ahalisi, şaşkın bi halde kıza dediler ki, "ne istiyorsun çocuktan, biz gördük bişi yapmadı çocuk, delikanlı insanın üstüne bu kadar gidilmez, iftira atılmaz..."bunu üstüne kız "siz bende daha mı iyi bileceksininiz ne yapıp yapmadığı , oturduğunuz yerden konuşmayın" dedi; başka bi teyze grubu da " çağır kızım çağır bizi de şahit göster biz şahidiz, sana bişi yapmadı bu çocuk, biz de senden şikayetçiyiz, otobüste huzursuzluk yarattın..cık cık..." bu sırada kız yine bağır hıraş ağlamaklı bi şekilde otobüsteki herkese haykırdı; "hepiniz yobazsınız, siz böyle davranmaya devam ettikçe bu sapıklar daha çok yüreklenirler, işte sizin cahilliğinizin, yobazlığınızın ceremesini biz çekiyoruz..." derken başka bi teyze " kızım sen gasteye mi çıkmak istiyosun, nedir senin bu durumun, rahat bırak insanları, " deyince kız yine kükreyerek " ben zaten gazetede çalışıyorum, asıl ben istesem hepinizi üçüncü sayfa haberi yaparım, terbiseyizler..." dedi sonra başka biri " atın bu kadını arabadan, istemiyoruz bunu şöför bey!!! " dedi başka biri " yazıklar olsun, senin gibileri de gasteci yapıyorlar" dedi. Kız bu arada Beyoğlu ilçe emniyetiyle konuştu, bütün otobüsü şikayet etti, çok zor durumdayım memur bey dedi, bu tel konuşmasına takılan, kızın kendisini taciz ettiğini iddia ettiği çocukla az önce yer değiştiren adam, "bakın hanımefendi, şimdi siz bu çocuktan şikayetçisiniz ama, ben eşimin yanına oturttum bu delikanlıyı, öyle bi şey olsaydı yapar mıydım böyle bişi, ayrıca bakın biraz önce siz bi yaslandınız koltuğa dizimi deldiniz nerdeyse ama ben sesimi çıkartmadım hem siz bizden şikayetçi oluyorsunuz, deminden beri hakaretler ediyorsunuz , ben de savcıyım, şimdi ben de sizden şikayetçi olursam n'apıcaksınız, olmaz ki böyle ama" dediği esnada merdivenin en altında oturan genç bir adam hışımla yukarı çıktı, tam benle kızın arasındaki koltuğun önünde elini kaldırarak, "kes lan sesini, bak ben öbür çocuğa benzemem, kodum mu oturturum, kadına saygı maygı yoktur haaa bende" dedi, kız daha da bağırmaya başladı, polis dedi, şikayet dedi, sana ne dedi, sen kimsin dedi dedi de dedi, sonra bu genç adam daha da dellendi "ulan polisi çağır, bütün karakolu çağır askerim ulan ben, bana polis molis sökmez" dedi. O esnada bütün olayları bir film seyreder gibi seyreder ben, kendimi şu hareketimle bi anda olayın içinde buldum; bu genç adamın kolundan tutup, boşver yaa sen karışma bak askerliğin yanar diye bi laf ettim sonra ettiğim lafa güldüm, adam da güldü, neyse adamın kolunu tutup kendime doğru çekmeye devam ettiğim esnada, önümde oturan kadın da ayağa kalkıp adama sakin olmasını ve mevzuyu uzatmamasını, kızın bu durumdan daha memnun olduğunu anlattı mantıklı bi şekilde ve adam sakinleşip aşağı indi. Bu sırada kız eşini dostunu arayıp, otobüstekileri iyice tahrik etmek istercesine, "ya neler geldi başıma, tacize uğradığım yetmiyormuş gibi, bir de tuhaf tuhaf insanlarla uğraşıyorum, yobazlarla savaşıyorum burda" diyerek ağlamaklı bi hal takındı. Sonra baktım ki Çapa'ya gelmişiz. Ben inmek zorunda olduğum için macerayı terketmek zorunda kaldım, sonunda n'oldu bilmiyorum ama hala kavga gürültü devam ediyordu.
karikatür şurdan