RSS

Bir Ada Hikayesi

Bu sıralar hiç Türk yazar okumadığımı farkettim. Bu sıralar kafamdaki bütün taşlar hiç eksizksiz yerine oturdu hem de hepsi. Artık muallakta kalan taş yok. Gerçi burda esip gürlemiştim bu taşları yerine oturttuğum zaman neler neler yapacağımı ama neden sonra bildiklerimi burda deşifre etmemin çok değer verdiğim bir insanı çok üzeceğini düşündüğümden vazgeçtim. Hem bu sanal sayfayı da kişisel çamur hikayelerime karıştırmanın hoş olmayacağına karar verdim. Zaman zaman duygu patlamalarından dolayı içime birikenleri hatta bütün hayatım boyunca beni ve değer verdiklerimi hırpalanyanlar da zaman zaman aklıma düşünce onlardan biriktirdiklerimi de buraya akıtıyordum ammaa artık onu da beyaz yapraklı, üzeri kurşun kalemle yazılabilen sayfalara yapıcam bundan sonra. Hem artık ben hissettiklerimin gerçek olduğunu ispatladım. Ben burda daha farklı davransam ne düzelecek ki diye düşündüm.

Yıllar yıllar önce beni ve ailemi çok büyük sıkıntılara sokan ve ara sıra da yine uzaktan yaralamaya çalışan en yakınlarımız diye bellediğimiz toynaklıları hayatımızdan çıkarmış, yok saymıştık ve hayatımız birden normalleşmiş ve insanileşmişti. Ama farklı davranıp biz de onlarla aynı olup onların yöntemiyle davransaydık hayatımızdan daha çok şeyi söküp alırlardı. Gerçi bizde yara izleri bıraktılar ama en azından artık yenilerini açamıyorlar.Her neyse yahu. Yani sözün özü, açtım kapılarımı ve yıllar yıllar önce yaptığım gibi saldım içimdeki her şeyi dışarı ve yüreğime ve hafızama bir format atıp sildim bütün can acıtmalarımı, ardından kapattım kapılarımı. Şimdi çok iyi hissediyorum kendimi. Böyle de bilmece gibi konuşup sıkıcılaştım iyice yahu!!.


Ne demiştim ya ben; haa evet uzun zamandır Türk yazar okumuyordum. Geçen hafta Yaşar Kemal'in Bir Ada Hikayesi Dörtlemesinin ilk kitabı olan FIRAT SUYUN KAN AKIYOR BAKSANA isimli kitabını aldım. Aldığım gibi de okudum bitti.
Kitabı ne ara okudum, ne ara bitti anlamadım. Oysa hiç bitmesin istedim de yavaş yavaş okudum ama yine de bitti.

Bu kitap içimi aydınlattı. Huzur verdi bana. Etrafımda uğraştığım sorunları, kişileri önemsizleştirdi. Nasıl bi şeyse bu sanki bana bir büyü yaptı. Birden gerçek hayatımı ve burda olanları unuttum ve kitabın içindeki o küçük adada yaşayan bir kız çocuğu oldum.Sanki hala Vasili'nin gölgesi gibi dolaşıyorum adada ama kimse orda olduğumu farketmiyor. Girit'ten mübadeleyle gelen bir dedenin torunu olarak da olayları içselleştirdim sanırım.

Bu kitap yüzünden bu sıralar şu yaşadığım şehirden iyice usandım, hayatımdan da. Ben de o adada yaşamak istiyorum. Benim de bir tane zeytinim, bir iki nar ağacım olsun. Ben de keçilerimin sütünü ve ekmeğimi paylaşayim komşularımla. Ben de denizden canavar levrekler, çipuralar tutup herkesle beraber kuru zeytin dallarını tutuşturarak balık pişireyim, balıklarımızı paylaşırken dertlerimizi de paylaşalım etrafımızdakilerle, birbirimize deva olalım istiyorum banane!!!

Ya ne boktan bir hayattır bu yaşadığımız. Bile bile lades yaptığımız; kendimizi sıkıştırmışız betonların arasına ve sürekli para kazanmaya çalışıyoruz bu betonlarda yaşamanın bedelini ödeyebilmek için; Pahalı ve tatsız şeyleri yiyecek diye alabilmek için; yalnızlıktan kurtulalım diye de bir betonda adı AVM olan daha büyük betonlara atıyoruz kendimizi. Bu betonlarda ölsek ölümüzün çürüyeceğini ve kimsenin kapımızı çalmayacağını bile bile yaşıyoruz buralarda. Bir gün çalışamaz duruma geldiğimizde kimsenin bir parça kuru ekmek bile vermeyeceğini bile bile...

Bu kitap bir yandan cennet gibi bir yeri anlatırken aslında bir yandan da savaşı, kanı, acıyı anlatıyor. İnsanın insana yaşattıklarını, gerçekleri... Aslında bu kitap insanoğlunun hikayesini anlatıyor; Hepimizin hikayesini.

Şimdi ilk kitap bitti. Bugün akşam ilk işim gidip ikincisini almak olacak. Çok heyecanlıyım...

http://yasarkemal.net/

Taşlar Yerine Er Geç Oturur Hem De Hepsi!!!

İnat ettiğim üzre, kafamda herhangi bir şeyi netleştirene kadar peşini bırakmıyorum. Amaaan neyse ziktir et diyemiyorum. O yüzden dün gece evde yalnız olmamı da fırsat bilip, evin altını üstüne getirdim. Bütün kutulardaki kitapları döktüm saçtım. ve her yerden fışkıran kablolarına rağmen Pc'nin koca kasasının üstünde durduğu kitap kutusunu döktüm saçtım. Ev tarifi zor bir karmaşıklığın içinde sürüklenirken aradığımı bulamadım. Bugün erken gelip de odayı toplasam mı toplamasam mı diye düşünürken, gözüme karton bir çantanın içinde okuldan kalma ders notları ve lüzumsuz dergiler ilişti. Aaa... dedim kendi kendime ben buna baktım mı acaba? Sonra çantanın içindekileri de şöyle el yormadıyla umutsuz bir şeklide karıştırırken aradığım kitaplarımı buldum. Hani şu kaybettiğim ve birilerinin aldığı ihtimalini düşündüğüm çizim kitaplarımı. Bu durumdan sorumlu tuttuğum veya aldığını ima ettiğim herkesten çok özür dilerim.

Hahahahaha..!!! Çok sevinçliyim zira aklımdaki bir muammayı aydınlattığım için. Darısı kafamda yer kaplayan diğerlerine... Fakat şimdi ben bu odayı nasıl adam edicem ve nerden başlıcam onu hiç bilmiyorum işte. Ve de bu hafta başında bizde uzun bir süre konaklayacak misafirlerimizin geleceğini de düşünürsek tezeği avuçla yediğimin resmidir bu durum. Allam bana sabır ve kuvvet ver de bir inat uğruna dağıttığım şurayı hemencecik eski haline getireyim!!!

karikatür şurdan

Bir Fotoğrafçı: BENNU GEREDE!!!

Kendini arayan!!

Havada boğuk bir sıcaklık vardı. işlerini bitirmişti. Ama hiç eve dönmek istemiyordu, yine tanımlayamadığı bi şeyler boğuyordu onu. Allendeye uğradı. Balkonda birer kahve içtiler. Allende'nin misafiri geleceğinden telaşlıydı biraz. Ama abigale'in gelmesinden de çok memnundu. Karşılıklı oturan iki genç kadın, her zamanki dertlerini paylaştılar. Sonra ikisinin de uzaklara odaklandı bakışları bir an, biraz sessizlik oldu, Abigale'in gözleri dolmuştu ama bırakmadı kendini, toparlanıp , "artık ben gideyim, sen de işlerini hallet, hem daraldım şöyle bi yürümek istiyorum" dedi.. Allende Arkadaşını çok iyi tanıyordu. Halini pek tekin bulmamıştı, söylemek isteyip de söyleyemediği şeyler varmış gibi sezinledi. Genelde Abigale bu ruh haline bürününce n'apcanı kimse kestiremezdi, onu en iyi tanıyanlar bile. Bu sebepten fazla ısrar etmedi. Ve hatta yürüyüşün iyi geleceğini ve okulun arkasındaki parkın da bu sıralar çok keyifli bir yeşillik ve çeşit çeşit çiçek kokuları içinde olduğunu söyleyerek, yol etti arkadaşını.
Abigale kendini dışarı attığı anda, hemen güneş gözlüğünü taktı veyarım saattir içine akan tüm göz yaşlarını saldı. Ara sokaklara daldı, kocaman kocaman ağaçların sakladığı sokaklara. Parka ulaşmasına az kalmıştı fakat içinden durup bir köşede bi şeyler yazmak geldi. Öyle kuvvetli bir istekti ki bu yolunu değiştirip bir kırtasiye aramaya başladı. İlk karşısına çıkan dükkanda da bir not defteri, bir 2B kalem ve bir de kalemtraş aldı. Sonra parka doğru yöneldi tekrar. Parka ulaştığında, biraz hayal kırıklığı yaşadı. Çünkü parkı boş hayal etmişti en azından sakin bir kalabalık ummuştu lakin park tıklım tıkıştı, her yerden bir bisikletli velet çıkıyordu, sonra bi sürü yaşlı amcalar teyzeler ve onların boy boy torunları; bazı kuytu köşelerde birbirini sıkıştıran, öpüşmeye çalışan ergen sevgililer; köpeğini gezdiren orta yaş teyzeler; kuşlara bayat ekmek getirmiş ,onları ıslatıp ıslatıp önlerine atan emekli tipli bir amca vardı. Parkın içinden geçti gitti ruhsuzca. Oysa kalemi kağıdı vardı. Bir köşeye çöküp kendini arayacaktı yazdığı cümlelerde, ünlemlerde, kelimelerde, noktalama işaretlerinde. Sonra bulup rahatlayacaktı. Ama nafile! Eskiden ne kadar da kolay yapardı bunu; yaşadığı şehirde vapur vardı, deniz vardı. Kendini aramaya çıktığında binerdi bi vapura, taa en uzaktaki karşı kıyıya kadar yazardı da yazardı. Bazen tedariksiz olurdu da vapurun kantininden, el yakmasın diye tosta sarılan sarı kağıtlardan isterdi bolca. Onları doldururdu cümlelerle, cümlelerin yetmediği yerde çizgilerle. Dönüşte de yazmanın verdiği rahatlamayla çayını yudumlardı, vapurun suyu yararak ilerlediği denizde kendini unutarak.
Şimdi burda bir ağaç gölgesi bile bulamamıştı bir iki cümle yazacak. Öylece boğazına düğümlenmişti yazacakları. Midesi bulandı, kusacak bi yer aradı ama bulamadı. Çantasını açtı. İçi boşalana kadar kustu da kustu. Biraz önce aldığı defter, kalem, kalemtraş, cüzdan ve çantasında ne varsa kusmuğa bulandı. Bu boşalmanın verdiği hafiflikle eve yollandı.

Yukardaki manga çalışması da şurdan

... Neşeyle doluyor insan!!!

Bugün 23 Nİsan Neşeyle doluyor insan! Lakin insan pek neşeyle dolamıyor. Nedense her 23 Nisan'da hava hep yağmurlu, kapalı oluyor. Bu sefer de inanılmaz rüzgarlı ve rüzgar da lodos olduğundan acı acı; sıcak eserek insanı iyice daraltıyor.
Peki ben ne yapmaktayım kasvetli ve rüzgarlı bir 23 Nisan gününde. Kendime yeni bir uğraş buldum. Sayısal hafiyelik öğreniyorum. Hem de yanımda, bir nokta bile soracağım bir insanoğlu olmamasına rağmen. Eee kimin çocuğuyum ben; altmış küsur yaşında olmasına ve daha bir hafta öncesine kadar bilgisayarın b'sinde anlamayan ve buna rağmen yeni aldığı labtop'a open office arayıp, bulup da kuran; skype yükleyip çocuklarıyla görüntülü iletişim kurup mesafeleri kısaltan, yine aynı yöntemle biricikleriyle karşılıklı kahve höpürteden; hala sorunlarımızı çözen, muhteşem bir annenin; diplomasız bir prof'un, bir dehanın çocuğuyum.
Şimdi benim de bu durumda, bütün sayısal kodları en kısa zamanda yalayıp yutarcasına ögrenmem ve istediğim her şeyi yapabilmem lazım. Eee blog denen şeyde sadece yazı yazmakla, photoshop'ta iki fıtfıt yapmakla bu mereti kullanıyorum sayılmam dimi?!! Aslında bir teknoloji hayranı olarak bunları çoktan öğrenmem lazımdı fakat işte ne demişler; bir musibet bin nasihatten iyidir diye....
Geçenlerde dediğim gibi; Kafamdaki taşları yerine oturtmadan, kaçak oynayanları su yüzüne çıkartmadan bana huzur yok.
Hatta bu ne kadar sürerse sürsün bunun mutlaka bir yolunu bulucam. Bilmiyorum böyle de illet bir insanım, inadım inat dötüm iki kanat modunda hayatını idama ettirmeye çalışan bir insanım.
Ahahahah....
Ama tabii şimdi huyum kurusun ki bi şeye dalınca başka şeyi unutan bir tip olarak bloğumu da ihmal etmesem çok süper olacak!!! Ahahahaha......
İllüstrasyon da aha da şurdan

Düğün Dernek!!!

Dün iş icabı bir Gelin'in peşinde deklanşöre bastım durdum. Önceleri böyle işlere burun kıvırırdım. İlle de moda fotoğrafı çekmek lazım derdim, ya da yaratıcı, sanatsal işler peşinde koşmak.Ve bu işin kuramının da iyice belletilmesinden olsa gerek kabuğuma çekilir, öyle de olmaz, böyle de çekmem, ben bunu yapamam falan filan diye kendi kendime mızıldanıp dururdum. Hani sinema sanatçılarına sorarlar; Sanat için soyunur musun, opüşür, sevişir misin diye, benim ki de bu hesaptı aynen, onu yapmam bunu yapmam derken baktım, devran dönüyor ben de bu döngünün dışında kalıvermişim.

Şimdilerde kaldırdım kurallarımı. Çünkü hiç makinama dokunmaz olmuştum son yıllarda. Artık her bi şey için basıyorum deklanşöre, okuldaki idealist tavırlarımı bi süreliğine erteledim. Ve dün bir gelin belgeseli tadında bir iş yaptım. Çok da eğlendim. Aslında ben hep vizörün arkasından olan bitenleri izliyordum ve sanki kimse benim olanları izlediğimin farkında diildi. Tam bir voyeristtim dün. Önce kuaför faslı, sonra giyinme, sonra stüdyo fotoğrafları için ayarlanan fotoğraf stüdyosuna gidiş, hatta orda fotocu ustaya asistanlık yapış, -niye öyle bişi de yaptıysam,huy işte, durup kenarda izleyemedim. Ama hiç işine de karışmadım. Üstruplu bi şekilde asiste ettim ustayı. O da memnun kaldı. Hatta bana "gel senin de fotolarını çekelim hediyem olsun" dedi de ben de olur dedim ama içimden de ah beah ustacım bizim meslekler aynı zati diye geçirdim-sonra da kız evine gidiş ve damadın kız evine girişi. Daha önce duymuştum, tv'de ya da bir filmde izlemiştim ama İlk defa böyle bir ritüeli birebir yaşıyordum. Önce davul zurna geldi. Evin içinde dam bada dam dama dama dam dam bada... Ve gelin damat bir iki döndü oynadı sonra havaya paralar saçıldı. Bizim davulcu zurnacı ikilisi paraları hoop cepe toplayıp indiler aşağıya, ardından gelinin erkek kardeşi süslü püslü kırmızı bir kuşağı üç kere gelinin belinde dolandırdıktan sonra bağladı ve herkes elini dua konumuna getirip, dua etmeye başladı. Evde büyük bir sessizlik oldu. Önce damadın amcası ki bu arada damadın babası kız almaya gelmezmiş adet olduğu üzre, ne diyordum haa evet amca önce sesli bi şekilde hayır duası etti yeni çifte sonra da sesini alçaltarak duasını okumaya başladı ve evdeki bütün kalabalık fısıltı şeklinde amcaya eşlik etti hep bir ağızdan.İşte o an ben n'apcanı şaşırmış bir insan olarak gerçekten ne yapcamı bilemedim ve vizörümün arkasına saklandım, arada da reflex olarak bir iki kare çekmişim, sonradan farkettim. Derken dua bitti ve herkes ellerini yüzlerine sürdü sonra gelinin annesi ve babası çok duygulandılar ve ağlamaya başladılar tabi gelin de içlendi bu duruma ve tam kendini salacakken, neşeli biri ortamı yumuşattı ve gelin ağlamaklı ruh halinden uzaklaştı ve makyajı akar diye tedirgin olan yakınları da bir ooh çekti. Bu duygu selinin ardından bir kargaşa başladı. O an ezilme tehlikesi ile kendimi kapıdan dışarı atmak istedim ama kapıyı gelinin kardeşi tutuyor ve kapının açılmadığını söylüyordu. Sonra erkek tarafı kapıdaki kıza para verdi ve kız kapıyı açtı, meğerse bu da adettenmiş, kapı açılır açılmaz kapıdan kendini ilk atan kişi oldum. Sonra aşağıda davulcu zurnacı ikilisi yine başladılar çalmaya ve yine topladılar paraları.

Herkes arabalara doluştu. Ben de boş bulduğum bi araca attım kendimi, hiç tanımadığım birilerinin aracına. Daha doğrusu ben avanak bi şekilde etrafımdaki kalabalığı seyrederken gelin yönlendirdi beni bu boş araca ahahaha...Arabadakiler hemen sordular bana hangi taraftanım diye, ben de tereddüt etmeden kız tarafıyım dedim. Ahahahah... Eeee bir nevi de öyleydim yani. Bütün günümü gelinle geçirmiştim. Sonra konvoy yola çıktı. Herkes korna çalıyordun. Bi süre sonra dayanamayıp müdahale ettim ve trafik polisinin bu kadar gürültüye ceza yazıp yazmayacağını sordum aracı kullanana. O da " hiç bi şey olmaz, zaten polis yazmak isterse her durumda yazar. Hem bu gelin konvoyu n'olcak ki" dedi. Ben de sustum tabii.

Derken düğün salonuna gelindi. Artık benim işim bitmişti. Bu birbirine aşık çifti son bir kez fotoğraflamak istedim zira gelin bekleme kısmında nefis bir ayna vardı ama salonun fotoğrafçısı kartal gibi çiftin üstüne atlayınca artık benim de gitme zamanımın geldiğini farkettim. Gerçi ben de düğüne davetliydim, hatta yerim bile ayrılmıştı fakat bütün gün yaşadıklarım düğün gibi bir şeydi benim için ve gerçekten de çok yorulmuştum bu sebeple teşekkür ederek ve çifte mutluluklar ve iyi eğlenceler dileyerek ayrıldım.




gelin bebek şurdan,gelin damat şurdan, el yapımı çalgıcı bebekler de ahan da şurdan

Yine yeniden İnsomnia!!!!


Kaç gündür uykuya dalışlarım sabah 3'leri bulurken dün de saat 3'ü çoktan geçmişti ki ben ÖB'nin yanından ayrılıp kendimi önce salona vurdum, biraz bekledim ama tık yok, sonra tv'yi açtım, sıkıcı yabancı kanallardan birini açtım ki, dikkatimi veremeyim ve gözlerim kapansın ama yok yine olmadı. Sonra kendime bi papatya çayı şey edeyim derken bizim Fatma Girik'le karşılaştık Mutfak'ta, O da buzdolabının kapağını açmış ona yasak olan ne varsa onları mideye indirmek için yiyecek bi şeyler araştırıyordu. Bu karşılaşmanın sonunda ona bir bardak süt bana da bir fincan papatya çayı hazırlayarak mutfaktan ayrıldık. Bi süre sonra evde horlama sesleri yine birbirine karışırken ben hala uyku uyku diye kıvranmaktaydım. Sonra sabah ezanı şey oldu, bir saat sonra da gün dönmeye başladı yavaştan sonra da birden hızlandı havanın aydınlanması. Yahu artık uyuyiim n'olur yaa. Kafamdaki düşünceler, kişiler, siktirip gitseniz de ben de biraz uyusam derken hafiften uyku moduna geçmişken ÖB'nin yanağıma kondurduğu öpücükle tekrar dirildim. Sonra zaten Fatma Girik Aşağı inmek için huysuzlanınca uyku tekrar geldiği gibi kaçtı. Sonra; sonrası işte malak bi vaziyette , kendimden geçmiş bir gün geçirdim, akşam da spora gittim ki iyice bi yorulim de akşam güzel bir uyku çekim diye lakin o şu an saat 01.58'i gösterirken bende hala tık yok. Ama birazdan gidip yatağıma giricem ve aklımdaki bütün problemleri ve işe yaramaz bok suratlıları zihnimde açtığım animatik bi çukura gömmeye çalışıp, üstüne de bi güzel çömelip işemeye çalışıcam ve sonra da uykuya dalmayı denicem. Hadi bakalım. Sevdim bu animatik çukur ve işeme fikrini. Ahahahaha....
Bu arada nette bu konuyla ilgili daha önce kullanmadığım görsel bişi ararken bi de baktım ki ne göriim. Sadece ben diilmişim, bi sürü blogcu varmış bu insomnia'yı kafaya takan; hatta şu üstteki çizim de şu blogcuya ait, işte burdan buyrun

William Adolphe Bouguereau

Bu resim estetize edilmiş robotlar başlıklı postamdaki resmin orijinalidir. Şimdi bunu niye yazıyorum. Çünkü Hüthüt Kuşu'nun merakı beni bu eserin orijinalini yazmaya teşvik etti ve bu resim hakkında bilgi vermem için heyecanlandırdı; O'na da ilgisi ve merakı için teşekkür ederim.

Şimdi bilen var bilmeyen var. Madem birşeyden bahsediyorum o zaman tam bilgilendirmem daha şık olur.

Yanda görülmekte olan eser, Fransız ressam William-Adolphe Bouguereau'nun 1880 tarihli ve Orijinal ismi "A young girl defending herself against Eros"olan resmidir. Ve bu eser aşağıdaki yani bir önceki postada başka bir versiyonda ve farklı bir tarzda tekrar yorumlanışıyla karşımıza çıkmaktadır.

Bu resim vasıtasıyla konu Eros'a gelmişken, bu konuyla ilgili daha fazla bilgiye ve görsele ulaşmak isteyenler varsa, şuraya buyursunlar efenim. :)!!!

Estetize edilmiş robotlar!!!



N'olcak şimdi Aha!!!

Her haftasonum başka bi cinnet nedeni! Aslında hayatım cinnetin kendisi Zaten.
N'apsam ben acaba üstüme benzin döküp kendimi mi yaksam yoksa şehirdeki en yüksek binaya çıkıp sırtıma bi pelerin alarak kendimi aşağıya mı bıraksam hani kahramanın delirme anı ironisi baabında. Aaa bak aslında diagonal biraz da böyle pelerinli ve maskeli kahramanların hikayelerinin versiyonlarını yapsa ne eğlenceli olur.Yoksa küfredip tekmelemek ve aşağılamak istediğim herkesi sıra saldırısından geçirip, gücüm tükenene kadar ve bunların karşılığında yiyeceğim yumruk ve tekmelerin sonucunda nakavt mı olsam. Ahahahha.... N'apsam yaw ben???? N'apcanı bilemeyen bi geri zekalı olarak hayatımı idama ettiremiyorum n'olcak şimdi yaw!!!!!!

Gel Gitler!!!!

Hava yine kapalı burda. O yüzden sabah kalktığımda bi posta gözyaşı ve küfürle içtim kahvemi. Hayatımdaki solucan suratlılara bi posta lanet okudum ve bi posta da MKH'ye zırladım nette sonra karşılıklı birer fincan kahve yuvarladık mideye ve bu beni rahatlattı biraz.

Sonra öğle yemeği vakti oldu. Bizim Fatma Girk'e gittim ve yemeği onunla yedim. Sonra ofis taklidi yapan tıkış tıkış odama, işimin, bombeli ve görüntüyü sürekli sağa sola kaçıran ekranımın başına geçtim. Bi süre sonra gözlerim yine su kabarcıklarıyla doldu.Ekranın çözünürlüğü iyice düşüyor her şey flulaşıyorken kendimi tutmaya çalıştım ve İtunes'u açtım fakat ilk çalan müzikle gözümdeki su kabarcıkları yağmur olup akmaya başladı. İşi gücü bıraktım ve kendimi yerlere ata ata ağladım da ağladım.

Sonra ağlamaktan yoruldum.PC'ye geri döndüm derken Doğum Günü çocuğu Çinko beyazı girdi msn'e hemen camlar açıldı, sohbet ettik biraz. Bu konuşma beni mutlu etti. Tabi SH'nin hazırlık yapması lazımdı akşamki parti için ve bu sebepten onunla da vedalaştık. Ben tekrar işin başına döndüm. Artık hiç bişi yapmak istemiyordum ve bütün sayfaları kapattım ve sadece itunes'u açtım, kulaklığımı taktım ve kulaklığın sesini sonuna kadar açıp yüksek sesle müzik dinleyip manyaklar gibi dans ettim kendi kendime. Ve inanılmaz iyi geldi bu. Sonra kendimi süper hissederken annem aradı onunla lafladık.

İŞte günüm gelgit ruh halleriyle geçti. Şimdilik iyiyim ama bi saat sonra nasıl olacağımı ben de kestiremiyorum. Gerçi bu her zamanki halim ama bu sefer beni cok hırpaladı.

Birazdan Hüseyin çavuşu almaya gidicez. Bakalım hafta sonu nasıl geçecek hahahahah....!!!!

Nisan manyağı!!!

Nisan geldi. Hava nasıl soğuk nasıl kapalı anlatamam. Yağmur da yağıyor mu yağmıyor mu belli diil. Şöyle gürül gürül yağsa da katlandığımız bu kasvetli havaya değse bari ama nerdeee. Yağmur da Nisan 1 şakası yapmakta insanlara!
Bugün ZÜ'yle görüştük, yemek yedik. Havadan sudan koknuşurken birden ZÜ dedi ki " burda hava hep böyle olsa herkes birbirini öldürür" dedi. "Ben de nasıl yani" dedim. O da "ee bizim millet alışık diil böyle havalara;baksana kaç gündür kapalı, soğuk, karanlık;hiç güneş yok bu aralar ;İnsanı bunaltıyor, mutsuz ediyor. Walla kimsenin kimseye tahammülü yok zaten, en ufak bi gerginlikte birbirlerini öldürürler; anne kızını, öğretmen müdürünü, oğlu babasını, işçi patronunu....."dedi. Önce güldüm çünkü çok ironik geldi. Hatta aklımdan bi hikaye bile yazdım. Bizim kapıcı bizi tenheda kıstırma ve öldürme , öldüremese bile yaralama planları yapıyormuş meğersem diye başlayan bir hikaye.Ahahahah.... Sonra ben de hak verdim ZÜ'ye; doğru tabi, hayat zor, bi de insanı pesimist yapan bu havada etraftaki manyaklara, bencillere ve huysuzlara katlanmak insana cinnet geçirtebilir diye düşündüm.

Neyse sonra ZÜ gitti. Arkasından ben de ÖB'yle buluştum. Beraber alışveriş yaptık. Eve döndüğümüzde bizim mal kapıcıya rastladık. Adamın öyle bi bakışı vardı ki bize, sanki böyle görürsünüz siz, zikecem sizi ahahaha havasında bıyık altından gülüyor gibiydi. Hemen ÖB'ye döndüm ve "gördün mü adamı nasıl bakıyo mal değneği" dedim. Sonra ÖB de bana "ee sen de adama çok kötü bakıyorsun." dedi. Ama ben hala akşam üzeri ZÜ ile havalar hakkındaki konuşmamızın etkisinde; kafamda kurduğum "katil kapıcı mala yattı, suçlamaları reddetti" isimli hikayeyi düşünüp ve ÖB'yi bu herifin manyak olduğuna ikna etmeye çalışırken ÖB de sert bir ses tonuyla "yeter artık DB, sen dün gece korku filmi falan mi seyrettin yahu, az bi sus, kafanda bu kadar şeyi nasıl kuruyorsun anlamıyorum ki. cıkcıkcık "dedi.

Yahu bu Nisan gerçekten de bana yaramadı. Bi yandan da rejim falan. Cola yerine metobolik denge sıvısı, tatlı yerine keçi boynuzu ve kuru kara üzüm, yemek yerine salata ve sebze yemekleri ve düzenli olarak spor yapmak bünyeme ağır geldi herhal!! Ama atlatıcam bu günleri de ben de normal olucam.
Ama şu kapıcı meselesi gerçekten de kafamı kurcalamakta.Üç yıldır burdayız ve adamla kesinlikle aynı dili konuşmamıza rağmen sanki o çince biz de fince konuşuyormuşuz gibiyiz. Bu adam ya aptal rolünde mala yatmakta ya da mal olan biziz. Anlamadım ki bi bok bu işten. İletişim kuramadığım herkes bana tehlikeli gelmekte, n'apiiiim şimdi ben!!!

Bak yine acıktım ben, gidip bi hıyar yıkayım de onu yiyeyim bari.
fotoğraf şurdan; karikatür de şurdan

.....mına koduuuumun Monütörü!!!

Bu ...mına koduumun monütörünü de fırlatıcam camdan bi gün ve o gün bu gün olma ihtimali çok yüksek. Ahh keşke bi de şu bizim mal kapıcının başına isabet etse , öyle mal mal ortalıkta dolanırken ahh ahhh!!!

Ulan hala bombeli, çözünürlüğü dötüm kadar olan, ilkokul bebelerini bile tenezzül etmiice bi ekranla ben de burda görsel işler yapıp ekmeğimi kazanmaya çalışıyorum yaa!! Daha ne diim kendime!!!
Yaaa çok kızgınım yaaa bugün. Sinir oluyorum kendime, sefilliğime, dünyadaki bütün aptallardan daha aptal hissediyorum bugün kendimi. Sürekli bölünüp parçalanmaya, benim olanlara saygısı olmayanlara, benim için önemli olan her şeyi değersiz sayan saygısız götlere....

Sanırım bu seferki menstrasyon dönemim biraz darbeli geçeçek ona da sinir oluyorum. Oluyorum işte, her şeye sinir oluyorum. Hiç bişi de yapmıcam . Birazdan da pc yi kapatıcam, işi gücü de bırakıcam, öyle mal mal oturcam işte.

Yok Yok Yok!!!!!

Yok abi işte Yooookkk!!!!
Bir yıldır kitaplarımı arıyorum. Daha doğrusu ihityacım oldu da bi bakmak için elimi kitaplığa attığımdan beri bulamıyorum. Belki de daha uzun süredir kayıp! Bugün kapalı balkondaki koliyi de indirdim. Orda da yok. Eve, anneme gittiğimde yapacaklar listesinde en başta "kitapları bul" yazmıştım. Annemi de huzursuz ederek evin altını üstüne getirmiştim ama yok!! Sonra ÖB'ye dedim ki, bu kitapları birisi almış, belki de kendinin sanıp almış olabilir alan kişi.

Burdan soruyorum, kitaplarımı kendinin sanan kişi, kitapların ilk sayfasında benim adım soyadım , aldığım tarih ve şehir ve hatta imzam olur.Her kim aldıysa onları, Kitaplarımı geri getir!!! Benim onlar DŞ'nin!! hatta aldığım tarihi de yaziim 1997 şehir de Ankara ve çizim kitabıdır ikis de . Bekliyorum!!!!

Ya da arkadaşlarım sizlerden birine verdiysem lütfen "aaa bende onlar yaaa" falan diye haber verin. Kafayı yiicem yaaa. Şimdiye kadar hiç kitap kaybetmedim ben! Gönüllü verdim, hediye ettim başka!!!!!

Şimdi ne kıymetli kitapların varmış diyenleri duyar gibiyim ama asıl kızdığım nokta, kütüphanemden izinsiz alınmış olmaları ya da birisine ödünç verdiysem de bunca zamandır geri getirilmeyişleri ya da "hala işim bitmedi biraz daha kalabilir mi" diye izin alınmamasıdır. Çünkü ben kimseye böyle saygısızlık yapmıyorum. Eğer kitabı okuyamadımsa, ya daha fazla süre isterim ya da ben bunu okuyamıycam arkadaşım diye geri veririm sahibine, kimsenin kitaplığından da izinsiz bir çöp bile almam.cıkcık cık cık cık yaaa.....

hadi haber bekliyorum!!!!!

Karman Çorman!!!

Dedim ya geçenlerde evin şeklini değiştirdik diye. Evet aslında çok güzel oldu. Salon o kadar boşaldı ki, bi ses versen sesin yankılanır oldu. Bu durumun tam tersi vaziyette olan küçük odada da it yavrusunu kaybeder. Herşey üst üste. Aradığım hiç bi şeyi bulamıyorum.

Kitaplar üst üste istiflenmiş, tavana doğru yol almakta ve Jenga oyunu oynanabilir kıvamda; çekim tarihlerimi yazdığım bloknot şu an nerde hala aranmakta. Kaç gündür aradığım less sınav sonucum kağıt çöpü için ayrılan gazetelerin içinde şans eseri farkedilmiştir.

Kalemler kavonozlara tepilmiş ve pc nin üstünde durduğu masada artık yer olmadığından bi kısmı kaloriferin üstüne dizilmiş ve geceleri misafir ettiğimiz bizim Fatma Girik gece şöyle bi perdeyi aralayım derken küt diye cam kavonozu yerle bir etmiş, her yer kırık cam ve dağılmış kalemler eşliğinde yer döşemesi olmuştu.

Öte yandan içinde en mahrem yazılarımın olduğu küçük not defterlerim de odanın muhtelif yerlerine dağılmış durumda. Bi yanda tamir bekleyen tripodlarım, bi yanda sözde fon yapacağım ufo ayağı ve store, bu arada şu storun monte parçaları da bu kargaşada bi yerlere saklanmış olsa gerek ki hiç oralıkta görünmüyorlar; Bi yanda ütü masası; kirli çamasırların oluşturduğu mamak çöplüğü havasındaki yığın, ÖB'nin dambılları sürekli ayağımın altında..... Yani bu yazı böyle sürer gider!!!

Bu arada bu odanın pimapenle kapatılmış ve kapısı ıvır zıvırdan yarım açılabilen ve ordan bir tek şey almaya kalkışılsa, kurulduğu günden beri hiç kullanılmayan uzay mekiği görünümündeki kallavi agrandizörümün bi donkişot havasında saldırmayı beklediği balkonu hiç saymıyorum.

Bütün bu karman çormanlığın sebebi de benim bir kuruş bile harcamamak için kendimi kasmamdır. itiraf ediyorum. Yani bi insan ol dimi!! 60 liraya basit bir kitaplık koy şuraya, 25 liraya bi kirli sepeti al, 15 liraya da bir iki kutu al, ıvır zıvırını tep içine , onları da koy aldığın kitaplığa. N'oldu toplamda 100 lira gitti işte. Bu odada çalışırken hep böyle düşünüp, alışverişe gittiğimizde hiç bi şeyi beğenmeyerek; yok bu ne biçim, ben kendim bunu yaparım, hem de daha ergonomik olur; bunun rengi ne böyle;bu kadar para verilir mi şimdi buna diye mızıldana mızıldana eli boş tekrar bu odaya dönüyorum. Keşke küçükken beni bi marangozun yanına çırak verselerdi de benim de böyle dertlerim olmasaydı. Hayır tasarımsa tasarım ama bi de onu yapabilsem maliyeti ne kadar düşürürdüm.Ahh ahhh!!

Neyse işte öyle ya da böyle bu durumdan kurtulmam lazım. Zaten tembel olan bünyem bu odanın dağınıklığı yüzünden çalışmaktan iyice uzaklaşmakta ve bir Oblomav haline gelmekte. Yaa hayır ben böyle biri değilim. Okul hayatım boyunca en iyi arşivi ben tuttum, negatiflerim hep tertemiz ve düzeliydi. PC'deki dosyalarım hep elimi attığımda bulabileceğim cinstendi. Ben ki Bizim Fatma Girik'in evini bir günde taşımış ve bir günde evi her şeyiyle yaşanılacak hale getirmiş insanım; tabi bunu tek başıma yapmadım ama yanımdakileri de çok iyi organize ederek bu işi başardım.Bazen kendi içinde dağınıklıklarım olsa da, kendime bunu yapmamalıyım, enerjimi dağınıklığa ve pasaklılığa teslim etmemeliyim. Evet şu an bi şeyler yapmaya başlıyorum. Önce kapalı balkondan başlayacağım. Bu gün de ÖB'yi koluma takıp güzel çirkin demeden bi kitaplık alıcam. Yeter artık yaw!!! Biraz kendimle ilgilenmem lazım!!!
Bu illüstrasyonun olduğu yerde de şöyle bi yazı var ki şu durumuma ucundan değiniyor