RSS

Gönüllerin kralı Ooooo Yeeee Oooo Yeeeeee!!!!!!

Sene 1994,Kayseri, Erciyes Uni. Daha hiç birimiz o çok istediğimiz okullara girebilmiş değiliz. Hepimiz birbirimizden habersiz aynı kampüsün içinde ve hiç tanımadığımız bir Anadolu kentinde oyalanmaktayız.

Hani bi söz vardır, bok boku kenefte deli deliyi dakkada bulur diye. Bizimkisi de o hesap. Kulakları çınlasın, bir Ali İhsan hocamız vardı, sürgün; oruç tutmuyor, namaza gitmiyor diye adama okulun en köhne, bir o kadar da en güzel yerinde bir atölye vermişler, sen burda takıl demişler. Resim yapmaya gelen olursa ilgilenirsin diye. İşte biz de bu emekliliği yaklaşmış, çakır gözlü, yakışıklı resim hocamızın mekanında, onun yarı gerçek yarı hayali maceralarını dinlerken karşılaşmıştık birbirimizle. Tabi önce çok gıcık olmuştum hepsine. Zaten paronayak bir insan olarak herkesin diğerleri gibi olduğunu düşünüyordum, büyük kantinin önünden geçerken beni tenekeciye bak sen diye taciz edenlerden, evime kadar takip edenlerden sanıyordum herkesi. Yani Ali İhsan hocanın atölyesine takılması önemli diildi, onlar her yerdelerdi zaten. Neyse işte sürekli Ali İhsan hocanın oradaydık, hepimiz ucundan azıcık sanatla ilgileniyorduk. Tartışıyorduk, kavga ediyorduk, hoca bizi ayırıyor, bazen hoca birinin fikrini tutmayınca korkuyor ve onu kovuyordu atölyesinde, kimi zaman bize yemek yapıyor gelin çocuklar diyordu. Böyle böyle hep rastlaşıyorduk yeni okulda yeni arkadaşlarla. Biri Ordu'dan gelmiş, Biri İzmir biri Kütahya biri de Ankara.

Bir gün İzmirli Ankaralıya gelip Ordulu'nun Bugün doğum günü var, kampüste kutlucaz sen de gel dedi. Neyse zaten yapılcak en iyi şey kampüste vakit geçirmekti. İki arkadaş kampüse indi.
Aslında Ankaralı'nın niyeti kampüse inmek ve kendi kafesinde arkadaşlarıyla takılıp sonra da Ali İhsan Hoca'ya gitmekti. Ama bir anda kendini doğum günü çocuğu Ordululuyla ve onun büyük kantinden fırlamış tipli arkaşlarının arasında buldu kendini. Bu tipler değil miydi kantinin önünden geçerken onu hep taciz edenler, korkutanlar, evine kadar takip edenler. Şimdi dayak yemek pahasına bile olsa açacaktı ağzını. Nitekim de öyle yaptı. Herhalde Ordulu hayatının en gergin ve en suçlayıcı doğum günün geçirmişti benim sayemde.

Bu doğum günü olayının üstünden bir kaç hafta sonra Ordululuyla otobüste karşılaştık. Benim de başıma kazakistanlı biri musallat olmuş, kurtulamıyordum. Hayır aynı dili bile konuşamıyorduk. Kötü davranıyorumdum onu bile anlamıyordu. Aşık olmuş salak, halbuki benim de kıza benzer bir halim yoktu o zamanlar, görenin kabus sanıp korkacağı bir kılıktaydım ve hatta her an ülkücü gençlikten dayak yeme potansiyeli olan bi tiptim. Yani her durumda tehlikeliydim. Neyse Baktım bizim Ordulu da aynı otobüste ama bana yanaşmıyordu tabi haklı olarak. Ama n'apsam yahu , Şu malaktan kurtulmam lazım. Evimi falan öğrenir, al başına belayı sonra. Bir kaç dakka sonra tüm gururmu yerler altına alarak bizim Ordulu'ya yanaşmış, "Aaaaa mkh naber yaa, görüşemedik o günden beri " diyerek şapır şupur öpmüştüm. Tabi çocuk da şaşırmıştı. Sonra "aç mısın nereye gidiyorsun" diye sormuştum. Yurda gidiyormuş, yemek de yememiş daha. Bu durumu ganimet sayan ben, kolundan tutup eve bir iki durak kala inip MKH'yi de koluma takıp markete gitmiş , soğuk sandwich malzemeleri alıp bizim eve götürmüştüm bizimkisini. Ama MKH hala şoktaydı, yemek yedikten sonra durumu anlatmıştım ona. Hiç kızmamıştı bana aksine aramızda gizli bir arkadaşlık başlamıştı bile. BU olaydan sonra bi kaç kere şehirde karşılaştık yanında yıllar sonra aynı okula girip hatta sene farkına rağmen ortak derslerimizin olacağı ekürüsü kütahyalıyla birliktelerken ve her karşılaştığımızda beni kolumdan tutup zorla yemek ısmarlamıştı.

İŞte böyle aynı takımı tutmayan iki insan gibi, fikir ayrılıklarımız uçurumun eşiğindeyken uzaktan arkadaş olduk. Okulun kapanmasına yakın MKH makinalarından birini satmaya karar verdi. Ben de yabancıya gitmesin diye aldım hemen. Sonra ayrılık vakti. Birbirimize ev telefonlarımız verdik ve hangi zamanlarda bu numaradan ulaşılabileceni söyledik birbirimize. Sonra herkes evine, yurduna, köyüne gitti.

Musti'nin bana sattığı makina sayesinde daha derin bir arkadaşlığımız başladı. Hep makinayla ilgili bi şey sormak için taaa köyünü bile aradım.İşte o aramalar sırasında bizimkinin Mimar Sinan Fotoğrafa girdiğini bizim kütahyalının da Dokuz Eylül Fotoğrafa girdiğini öğrendim. Sonra sonra bizimkilerle paylaşımlarımız çoğaldı. Çok iyi dost olduk.

Şimdi sene 2008 ve aynı şehirlerde yaşamıyor olsak bile geriye bir ben bir MKH kaldık. Hala en iyi dostum, hala hayatımda ilk gördüğümde çemkirip de sonradan en çok sevdiğim tek kişi, hala en çok kavga ettiğim, hala en çok küstüğüm, hala moralim bozulduğunda en çok ağladığım, hala en çok görüştüğüm, hala bu kadar yıl olmuş doğru düzgün bir hediye alamadığım(ama azimliyim, çok para kazandığımda çok hoşuna gidecek bi şey alacağımdam eminim hahahah....), Hala ...... Hala ..... Hala hala hala diyebildiğim;
DOĞUM GÜNÜN KUTLU OSSUUUUN DOSTUMMMMM!!!!
Pastanın aslı şurdan

0 comments: