RSS

Çölde bi Vaha!!!!

Bu aralar iyice dağılmıştım. Yapacağım bi ton şey vardı ve kılımı bile kıpırdatmadan, paniğe kapılmadan, sadece aklımdan geçirip duruyordum.  Zaman geldiiiii geçtiii, geldiiii geçtiiiii sonunda sıkışıp kaldım. 
Nerden toparlayacağımı bilemeden can havliyle ortalıkta koşturuyorum şimdi.  Önce istemeye istemeye buluşup tanışmam gereken doğum doktoruyla tanışıp, yine can havliyle yapmama rağmen güzel olan kartvizitlerimi verdim, utana sıkıla, ama broşürümü yetiştiremedim:(!!  
Sonra  çok zaman önce yaptığım ama arkadaşım olduğu için utanıp bi türlü alamadığım işin parasını yine arkadaşımın ısrarları sonucunda yine utana sıkıla aldım. Yahu şu serbest çalışmak güzel de tek derdi parayı elden almak. Ne güzel memur olsan maaşın hesabına geçer, sen de ıkınnıp, sıkılıp, utanmazsın elden para alcam diye:))!!!!
Bu arada MKH'nin studyoya da korsan olarak takılıyorum, bakalım nereye kadar. Hatta öyle abarttım ki geçmem gereken bi takım sınavlar için orda çalışmaya bile başlayacaktım ki, çekimler başlayınca, kendime bi kütüphane aramaya koyuldum. Şöyle günde iki üç saat çalışabileceğim bir yer bulma hevesiyle Beyazıt'a gittim. Neden bilmiyorum ama bana sorsalar en çok nereyi seviyorsun bu şehirde diye ilk aklıma gelecek yerler ve şeyler ; Beyazıt, ordaki kapalı çarşı, pazar günleri kurulan bit pazarı, Çorlulu Ali Paşa'da nargile, türk kahvesi derim. Hatta abartıp, çorluluda olduğum zaman kendimi İHsan OKtay Yanar'ın kitaplarında bi yerde, bi figuran olarak , o kitaplardaki hikayeleri yaşadığımı bile söyleyebilirim çünkü oraya ne zaman gitsem aklıma hep Anar'ın kitapları geliyor, özellikle suskunlar'daki o kahvehanede oturyormuşum gibi geliyor.
Neyse Beyazıt'a gittiğimde ilk aklıma gelen yer Beyazıt Devlet kütüpanesi oldu. Bi güzel kimliğimi verip iç kapıya yöneldiğim sırada güvenlik görevlisi sırtımdaki  çantayla giremeyeceğimi  söyledi, ben de o zaman içindeki kitaplarımı alimm dedim, ama görevli kitapları da sokamayacağımı, burda sadece araştırma yapanların  burdaki kitaplardan yararlanmak için girebileceklerini söyleyince boynumu büküp, kimliğimi alıp çıktım ordan. 
Karşı kaldırımda bi halk kütüpanesi varmış dediler, oraya yöneldim. Ama yönelmez olaydım. Orda da çantayla giremedim, kitaplarımı, kalemlerimi alıp ders çalışacak bi yer göstermelerini istedim güvenlikten, ordakilerden biri de  sanki oraya gelerek  onları huzursu etmişim havasında elini zorla kaldırarak, şuraya  bi yere otur işte dedi. Şöyle bi baktım adama, sonra bana gösterdiği yere; burası kütüpanenin çocuk bölümüydü ve kapı ağzıydı ve çok karanlıktı; oraya oturdum, kitaplarımı açtım ama  adamın bana olan tavrına illet olmuştum bi kere, o yüzden öylece kaldım bi kaç dakika hiç bişi yapmadan. Bu sırada bi  iki güvenlik görevlisi daha ve bi de bunlardan birinin gürültücü yavrusu geldi. Adamlar hararetli bi sohbete girişmişlerdi, sayıyı üçleyince, kadın olan da  yavrusunu avutmaya çalışıyordu. Birden ulan ne işim var benim burda, diye düşünerek, bi hışımla kalktım otuduğum yerden, dolaptan çantamı alıp eşyalarımı yerleştirdim yine aynı sert tavırlarla ve etrafımı aşağılayan bakışlarla ki bunu çok iyi becerdiğimi ve karşıdakinin kendini bi bok gibi hissetmesini sağlayan tavır  ve bakışlarım olduğunu ve benim hışmımdan allahın herkesi koruması gerektiğini söyeyen kardeşimden öğrendim bu özelliğimi de. Sonra bi iki dakika önce bana verilen ziyaretçi kartını bankoda oturan güvenlik görevlisinin önüne atıp, kimliğimi aliimm  dedim. Adam da bu işe sevinmiş gibi hemen kimliğimi verdi. Can hıraş, sinir küpü çıktım ordan tekrar karşıya geçtim. Karşıdaki merzkez kütüpaneye gittim, ama orda takılmak için de günlük beş lira ödemem gerektiğini öğrenince tırıs tırıs çıktım ordan da . Bizim BH'i aradım zira kendisi bilgi belge mezunu, nadide ve çakal mı çakal bi şahsiyet olarak, bana hemen Taksim gel DŞ abla   Atatürk Kitaplığı açıldı, Oraya git  dedi. Bi de bi güzel tarif etti orayı. Elimle koymuş gibi buldum, hemen bankoya gittim, girebilir miyim, öğrenci diilim dedim, görevli evet dedi, çantayla girebilir miyim dedim, görevli gene evet dedi, sonra şansımı zorlayıp, WCyi de kullanabilir miyim dedim, görevli bu sefer gülerek tabii ki dedi. Ben sevinçle , önce içeri girip beğendiğim bi yere çantamı bıraktım, sonra WCye gittim. Sonra tekrar içeriye. Burası o an benim için çölde bi vaha gibiydi. Konforlu koltuklar, klimalı bi ortam, çantam yanımda, etrafımdaki herkes bi şeyler okuyup çalışıyor, ful sessizlik..... Hatta ucuz bi çay ocağı olduğuna da keşfettim,  akşam saat sekize kadar açık olduğunu da.....
Bu sıralar en gözde, en popüler, en harika mekanım Atatürk kitaplığı, yaşasın Atatürk kitaplığı, çoook yaşa Atatürk kitaplığı.......
Halbuki Avrupa kültür başkenti adayı olan bu koca şehirde böyle bi yer görmek beni ya da bi başkasını bu kadar şaşkın, mutlu, özel hissettirmemeli, burası gibi bir sürü kamuya açık, öğrenci, öğretmen, doktor, öğretim görevlisi olmayan, çiftçi olan, amele olan ya da hiç bişi olmayan sadece insan olan ve yazıp çizmek, okumak isteyen herkesin kullanabileceği böyle kitaplıkların olması gerekmez mi(?)!!!











0 comments: