RSS

Yol Boyunca....


Dün saçma bi kalabalık vardı yollarda, toplu taşım araçlarında. Saat 18.30 civarında Sultanahmet'e boş gelerek, buradaki yolcuları ilk olarak alan Cevizlibağ tramwayına binebilmek için önce duraktaki, mahşeri kalabalığın araca hücum etmesini ve durağın boşalmasını bekledim, ardından araca ben de bindim, ortaya, körüğe dğru ilerledim. Fakat bi kaç durak sonra sağım, solum, önüm, koca koca adamlarla doldu, beni ezmemeleri için yaklarımı iki yana açabildiğim kadar açtım ve sırtımı körüğe dayayıp, dizlerim öne atabildiğim kadar attım. Bu esnada, araçta klima çalışmıyordu, oksijen olabildiğince azalmıştı, sıcaktı ve benim görüş alanımda iki farklı kişiye ait birer kol ve ortada da koca bi göbek vardı ve yolculuk bitmek bilmiyordu. Sonunda Cevizlibağ durağına ulaştık, herkes indi, ben de tabi, fakat durak zaten çok kalabalıktı, bir de bizim tramvaydan inenlerle birlikte yine bir mahşeri kalabalık oluştu. Ben , boş durak koltuklarından birine kendimi zor attım, yoksa ben de, o insan seline kapılıp ilerleyecektim. Etraf biraz sakinleşince kalkıp, metrobüse binmek üzre, üst geçite yöneldim. Orda da bir üst geçit kuyruğuna sonra üst geçitten inme kuyruğuna sonra da metrobüs durağına girmek için akbil kuyruğuna girdim. Durakta normal olarak iğne düşecek yer yoktu, ben de en sonuna kadar yürürdüm, bir kırk dakka sonra bi araca binebildim, yine sıkış tıkıştı, ben bu sefer aracın körük kısmına girmedim zira bi önceki yolculukta klostrafobi sahibi olacak kadar daralmıştım. Körüğün ucunda bulunan oturma koltuklarının önüne yerleştim. Körükte yüzü bana dönük bi amca vardı., arkamda çok şişman bi abla vardı ki ben de hallice bi şişmanlıkta olduğumdan iki şişko birbirimize dayanarak yolculuk etmek zorunda kaldık. Metrobüs İncirli- Ömür durağına geldiğinde Körükte duran ve yüzü bana dönük olan amcanın telefonu çaldı, sonra amca telefonun diğer ucudaki şahısla, peynir muhabbeti yapmaya başladı, yok tuza basma, yok tenekesi kaç para yok o bize getirir mi bilmem ki, dur hesaplayalım, balkonda dursun , bi şey olmaz, yaz kış yenir gibi cümleler eşliğinde bu konuşma Küçükçekmece durağına gelene kadar sürdü. Bu arada amcanın ağzından da sigara ve çürük diş kokusundan oluşan mix karışım buram buram benim burun deliklerimden başıma başıma vuruyordu. Neyse ki inmeme üç durak kala konuşması bitti de ben de kokudan bayılmaktan kurtuldum.
Avcılara geldiğim vakit başka bir kalabalığa ve kuyruğa girme maceram başlamıştı bile. Bir an kendimi bırakmak ve ağlayarak bi köşede saatlerce oturmak istedim. Ama eve gitmek daha cazip geldi, zira iki buçuk saatlik, ter, ağız ve osuruk kokuları eşliğinde ayakta geçirdiğim bu yolculuğa otuz üç dakka daha dayanabilirsem eve varabilecektim. Ve ben de öyle yaptım.
Şimdi aynı kabusu bu gün de yaşayacağım ve yarın da ve hatta ondan soraki, ondan sonraki günlerde de , şu an içim daraldı, eve gitmek istemiyorum ve bu zamanlarda "ah ulan keşke ufak tefek bi arabam olsaydı" diyorum da sanki arabam olsa bu sefer de trafikteki manyak, öküz, görgüsüz, saygısız, su katılmamış mal değneklerine sinirlene sinirlene akıl hastası olma yolunda ilerlerim herhalde. Amaaaaaaaaan bu yolculuklar da yılan hikayesi, BİTMEZ....En iyisi şöyle Bakırköy semalarına doğru taşınmak ......

0 comments: