RSS

Vernacular labirentlerde bir babanın varoluşu ve aurasının hiç bir zaman yokolmayacağı üzerine:

1971

Salon hınca hınç dolu değildi, sadece iş arkadaşları ve ailelerinden habersiz, gizlice törene katılmaya gelmiş bir iki kuzen , kardeş, yiğen o kadar. Zira bu izdivaç her iki gencin ailesi tarafından da onaylanmamıştı. Yine de gelin ve damat herkese inat, medeni bir şekilde, günün koşullarına göre birbirleriyle yaşamayı seçmiş ve bunun için gereken imzayı atmışlardı. Sonra alkış kıyamet ardından toplu fotoğraflar falan filan.

Sonra yine herkese inat bu iki genç, etraflarındaki yuva yıkıcılara rağmen hiç vazgeçmediler birbirlerinden. Gerçi kavga gürültü de çok oldu evlilik yaşamlarında ama yine ayıramadı hiç kimse onları. İki de çocukları oldu; Biri kız biri oğlan.

Bu inadına evliliğin ilk ve tek kız çocuğu ergenliğe kadar çok mutluydu anne babasıyla. Annesinin keyifsiz ama bir o kadar da sağlıklı ve faydalı yemeklerinden kızı ve kardeşini kurtaran ve en abur cuburundan çeşit çeşit mezeler, patates, köfte, rus salatası, haşlama dil, sucuklu tost, yanına evde yapılmış mayonezle, satın alınmış en güzel ketcapla, midelerini bayram ettiren kahraman bir babaları olduğunu düşünürlerdi hep. Ve kardeşiyle oynadıkları oyunlar için mizansenler hazırlayan, kostumler ayarlayan, annenin en pahalı rujlarını hiç sakınmadan, yüz maskesi olarak kullanan yine aynı kahraman babaydı. Çocuklar tarafından eve getirilen her türlü hayvanın evde beslenmesi için hep çocuklarından yana olan da yine kahraman babaydı. Hatta bu hayvan merakı yüzünden evin balkonu bitlenmiş, yavru köpek viyaklamaları yüzünden konu komşuyla okkalı tartışmalar yaşanmış, balkondan düşüp ölen hayvalara yine aynı kahraman babayla cenaze törenleri tertip edilmişti. Yılbaşılarında, her sene sırası gelenin kırmızı bornozu giyip, baba tarafından noel babaya dönüştürülüp, o çocuklarını ve babayı sevmeyen teyzelere dayılara kapıdan uğranıp şekerler, çikolatalar yine aynı kahraman babayla dağıtılmıştı. Tabi annenin de hakkı yenmemeliydi bu durumda. Anne daha entellektüel olandı bu ilişkide. Sinemadan, tiyatrodan, okuldan, kitaptan, sosyal aktivitelerden sorumlu kadın bakanıydı evin.

Sonra bu inadına evliliğin ilk ve tek kızı ergen oldu. İşte o zaman başladı babayla çatışmalar. Baba otoriterdi, korkulurdu ondan. Her ne kadar onlarla oyunlar oynasa da aslında sevgisini direkt hiç yansıtmamıştı. Kızı bazen babası yanına yaklaştığında, olduğu yerde uyuma numarası yapardı çünkü bilirdi ki babası onları hep uykularında severdi. Sonra babası gelip uyuyan bu güzele bir öpücük kondurup, başını okşayıp uzaklaşırdı. ASlında baba duygusaldı ama korkardı duygularını göstermekten. Mesela Sadece içtiği zamanlarda ağlardı. İnatçıydı da, öldürseler yumuşamazdı ama bi tek kızına dayanamazdı. Bir keresinde yine saçma bir otorite savaşı sırasında baba kalbini kırmıştı kızının. Haklı olduğuna yüzde yüz inanıp aynı inatçılıkla babasına tavır yapıp tam altı ay aynı evde hiç konuşmayan kızını yumuşatmak için yapmadığı şey kalmamıştı. En sonunda bir sabah erkenden sahile giden kızının arkasından bisikletle gelip, kız denizdeyken, kızının en sevdiği sucuklu tost ve bir kişilik termosa koyulmuş sıcak çaydan oluşan kahvaltıyı bırakıp gitmişti.

Tabi çocuklar büyüdükçe, aslında her biri ailelerinden farklı birer birey haline dönüşüyorlardı. Anne bunu olgunlukla karşılarken baba endişe içindeydi. Üstüne kuşak çatışması, fikir ayrılıkları derken özellikle babayla kız arasında giderek bileylenen uçurumlar oluşuyordu. Kız 19 yaşına girdiğinde ilk defa yalnız gönderildiği tatilden dayısına bahsedip, katıldığı gençlik kampında Alman gençlerden geri kalmayıp, arka arkaya sekiz birayı nasıl götürdüğünü anlatırken, bilerek sesini yükseltmiş, babasının duymasını sağlamış ve pek tabi ki kavga kıyamet de oracıkta kopmuştu. Başka bir seferde de şehir dışında saçma bir üni. kazanan ve anne tarafından bu okula gönderilen kız, daha ilk sömestirde koluna bir oğlan takıp, "bu benim sevgilim, burda kalcak , beraber dönücez" demişti. Ama baba kızını öyle özlemişti ki hiç ses etmemişti bu duruma. Hatta o sevgilim dediği oğlanı rakı masasına davet etmiş iletişim kurmaya bile çalışmıştı. Ardından daha bi sürü ergenlik saçmalıkları devam etmişti. Aslında birbirlerine çok benzeyen baba kız, birbirlerini çok seviyorlardı ve aslında birbirlerine çok bağlılardı. Aralarında anneden gizlenen konuşmalar, gizli gizli para biriktirmeler, gizli gizli dalga geçmeler, eğlenmeler ama birden birinden birinin aksiliği ve saçma bi şeye verdiği tepkiyle yerle bir olan uyum ve ardından barışma safhası ve birbirini takip eden bir döngü işte.

2008

Babanın kızı şimdi 34 yaşında ve artık her şeye başka bir objektifle bakmakta, her şeyi artık daha geniş görmektedir ama babası çoktan gitmiştir. Kızına babasından kalan en değerli şey vernacular fotoğrafları ve şimdilerde aklına geldikçe bazen güldüğü bazen ağladığı anıları. Ama üstünden zaman geçmesine rağmen en sıcak hissettiği duygu, babası gittiğinde, normalde babasından hoşlanmadıkları için, evlerine pek sık uğramayan teyzelerin, dayıların, eniştelerin telkin ve başsağlığı için eve doluştukları sırada, içinden geçirdikleridir;" baba keşke sen gitmesiydin de bütün bu akraba denen şeyler hiç bir zaman evimize uğramasalardı. Onlar olmasaydı da keşke sen olsaydın şimdi burda!!!"

Baba gideli tam sekiz yıl olmuştur bile. Kızı gene babasına kızgındır azıcık, bu kadar erken bırakıp gittiği için onu. Halbuki, o gittiğinde daha yeni kazanabilmişti o çok girmek istediği okulunu, daha yeni tanışmıştı sonradan hayatının nerdeyse tamamını paylaşmaya karar verdiği adamı. O adamı da görememişti, okulunu bitirdiğini de, ilk sergisini açtığını da, sonra diğer olan bitenleri de. Eminim bazıları çok hoşuna gider, bazılarına da kızının tahmin ettiği tepkileri verirdi.Daha ne fikir ayrılıkları yaşayacaklardı halbuki, neleri tartışıp nelere gülüp eğleneceklerdi,
"Şimdilerde daha çok özlüyorum seni ama bir türlü o koca, uzun ağaçlarla çevrelenmiş, üstünde adının yazıldığı taşın olduğu mekana hala gidemiyorum, gitmicem işte. Oyunbozansın sen" diye geçiriyordu kızı hala aklından.
Ve içinden geçenleri şu cümlelerle bitirdi kız;
babam benim, sana diyorum: sen her zaman aklımdasın. Seni anmak için bu belirli zamanları beklemiyorum hiç, geleneklerin aksine. Ya da bu yılndönümlerinde yapıldığı gibi, helva kavurmuyorum, pişi pişirip dağıtmıyorum, lokma döktürmüyor, mevlüt okutturmuyorum sana. Sen sürekli benim zihnimde, beyaz sayfalarımdaki kurşun kalem izlerimdesin ama ben bu sefer senin için bu hikayeyi pişirdim, yanına da senin o sevgiyle, özenle hazırladığın mezelerin gibi olsun diye vernacular varoluşlarını ekledim senin için, hem de hiç orjinalliğini bozmadan photoshoplamadan, buraya tıklayan herkese dağıttım. Görüşürüz babacıımm, şeyde, hani dedim ya......

4 comments:

Adsız dedi ki...

mekanı cennet olsun


seni görüyor ve gurur duyuyordur emin ol....



yazıı okurken ( 7 yıl önce babasını kaybetmiş biri olarak )
öyle benzerlikler kurdumki özlemler gösterilememiş sevgiler vs
bir şey düğümlendi boğazımda ne aşağıya inen nede tükürüp atabildiğim oracıkta duruyor öylesine
yüreğine sağlık....


ve tekrardan mekanı cennet olsun babacığının

arzın merkezine yolculuk dedi ki...

Evet işte tam da o söz ettiğin şeyle, boğazımıza düğümlenen duygularımızla yaşayıp gidicez sen, ben ve bizim gibiler, Sanki vücudumuzun bir uzantısı gibi ve bunu sadece bizim gibi bu gerçek ama iç acıtıcı şeyi zamansız yaşayanların sahip olacağı duygu karmaşıklığı, kızgınlık, hayal kırıklığı, özlem, üzüntü ve bir tutama ne kadar sığarsa o kadar pişmanlıklar eşliğinde!!!

sevgiler diacım.

Bana göre öte mekanların pek inandırıcılığı olmasa da iyi dileklerimi belirtmek üzre senin babanın da mekanı cennet olsun diyorum....

Adsız dedi ki...

Hakikaten o kadar erken gitmekle ayip etmis... Insana daha lazim babalar, yas ilerledikce daha cok lazim.

Senede bir kere degil de daha normal bir ortamlarda ziyaret etmek isterdim ben babami. Ama boyle oldu. Oglan da daha saglikli zamanina rastlasin isterdim.

Hicbirsey mukemmel degil. :o) Sevgiyle anilacak bir babasi olmasi ne guzel insanin.

www.elifsavas.com/blog

arzın merkezine yolculuk dedi ki...

Hiçbir şey mükemmel değil gerçeketen de!!
Elimizdekilerle oyalanıp yuvarlanıyoruz işte. Bir şey yolundayken diğeri yoldan çıkıyor!! Buna da terminolojide hayat diye bi şey diyorlar:)))